Hukuktrak

Tanımları, ne kadar soyut ve belirsiz tutarak yasa kuralları haline getirirseniz, devleti elinde tutanların takdirini de o kadar geniş ve esnek hale getirirsiniz. Artık, belirli ilkeler çerçevesindeki hukuk değil, hukuka sığınan keyfiliktir, çifte standarttır, hukuksuzluktur söz konusu olan. Ve hukuk, çıplak kralın üstünde varmış gibi duran giysiye dönüşür.

Toplantı ve gösteri yürüyüşleri, seçim propaganda ve yasakları, başbakana ya da cumhurbaşkanına hakaret, basın yayın yasakları, sosyal medya yasakları, iş cinayetleri, terör, yolsuzluk gibi bireysel ve toplumsal yönden ayrılması zor birçok olay, toplumda yaratılan kutuplaşmaya ya da karşıtlığa bağlı olarak, hukukun geniş ve belirsiz tanımları içinde konumlandırılır. Yargıda da aynı yansıma görülür.

Cumhurbaşkanının anayasal konumu ve tarafsızlığı gibi, herkesin gözü önünde olan konular da hukuk ile etik arasında gidip gelen tartışmalarla yozlaştırılır. Sonuçta aklındaki her şeyi yaşama geçirmeyi ve bu uğurda hukuk tanımamayı hak sayan zihniyet, tüm politika, gündem ve programları tekeline almaya soyunur.  

Egemen siyaset adına kolları sıvayan ve her şeyi göze alan, hukuka sığınıp hukuksuzluğu esas alan siyasal iktidar, devletin organlarını seferber ederek;

İstediği zaman okşar, istediği zaman şiddet uygular.

İstediği zaman gözaltına alır, tutuklar, hüküm giydirir; istediği zaman tahliye eder.

İstediği zaman sakat bırakır, öldürür; polis ya da sivil zanlıları cezasızlık ikliminde korur.

İstediği zaman kanıt yaratır, istediği zaman yok eder.

İstediğine, eşit, özgür, adil davranır; istemediğini gözü görmez.

İstediğine hak verir, istemediği haksızdır.

İstediğini satar, istediğini alır.

İstediğine sınırları kevgirdir, istemediğine beton duvar.

İstediği vatanseverdir, istemediği terörist.

İstediği imanlıdır, istemediği imansız.

İstediğinin düşüncesini açıklaması sınırsız, istemediğinin sınırlı ya da yasaktır.

Suç istasyonlarında dolaşanları suçsuz gösterir, suçsuzları suçlu sayar.

Ne eylerse eylesin, kılıfını bulur. Ne kadar çıplak olursa olsun giysili gösterir kendisini.

Seçimle gelen parlamento, bu hukuklu körleştirmelere ya gıkını çıkarmaz ya da gık der kalır.

Halkın seçimine sığınarak her şeyi yapabileceğini ileri süren ve anayasa tanımayan zihniyet, parlamentonun seçimlerinin yenilenmesine karar verirken, o parlamentonun çoğunluğu, bu yenileme oyununa da gıkını çıkarmaz.

Aynı parlamentonun çoğunluğunu oluşturan partiler, seçimler öncesinde hukuksuzluklarını ve suçlarını bağırarak dile getirdikleri bakanları, başbakanı ve cumhurbaşkanını yargıya göndermeyi beceremez, bir nevi aklar; boynunu eğerek seçime hazırlanır.

Bir ülkenin beş ayı, kaotik ve kanlı ortamda, hükümet kuramama ve seçimleri yenileme becerisine sahip birkaç kişinin ve birkaç partinin elinde kayıp gider. Kanlı ortam için -bayrakları çöpe atma pahasına- insanlar yollara düşürülüp alanlara çıkarılır; oy devşirilir.

Düzen/baraj partileri kendi hesaplarını yaparken, halkın krizi daha da derinleşir. O halk, baraj partileri üzerine kurgulanmış bir seçim oyununun parçaları gibi gösterilirken, sermaye düzeninin parçaları olmaya zorlanır.

Düzenin hukuktraklığı içinde sarı ve sarımtırak partilerle seçim ve demokrasi oyunları içine girilir.

“Tanrıya katıksız tapınılması için cemaati denetlemek”*  ile sermaye düzenine katıksız tapınılması için toplumu denetlemek… Bu ikiliyle, düzeni istikrarda tutmak adına hukuk kılıktan kılığa sokulur; yargıya da -bağımsızlık kisvesiyle- o roller onaylatılır.

“Şöyle olursa düzelir, böyle olursa normalleşir” diye diye sürdürülür sömürü düzeni; hukuk da bunların arasına yapıştırıcı olarak yerleştirilir.

Hukuktrak hal düzelirse ne olur?

“Ne kadar düzelebilir ya da düzelmenin ölçütü nedir” ayrı bir konu ama ne kadar düzelirse düzelsin adı “düzen hukuku” olur ve tıpkı düzen partileri, tıpkı düzen parlamentosu gibi sömürü düzenine hizmet eder. Düzen hukukunun normalleşmesinin sınırı, zaten düzenin kendisidir.

Hukukla yaratılan “baskı ve yasaklar ağı”nın, sıkı mı sıkı ya da biraz esnek olması arasında gidip gelmek, hukuku adaletin sığınağı yapmaz.

Hukuk, düzenin hem kılıfı hem de tutsağıdır, “kahramanca yanılsamalar”ın dayanağıdır; düzenden ayrı düşünülemez.   

Çözüm, halkı oyalayan seçim, parlamento ve hukuk üzerinde düzen içi rötuşlarla, düzen partileri arasında nöbet değişimiyle değil; yeni bir yaşam, ahlak ve düzen için, sömürüsüz, sınıfsız, eşitlikçi bir toplumsal sistem için mücadeleyle gelir.

Çözüm, “paranın saltanatı”nı yıkacak sosyalizm mücadelesindedir.    

*Stefan Zweig, Calvin’e karşı Castellio.