Hukuksuzluğun içinde hukukçu olabilmek

Hukukun, mücadeleler sonucu oluşan tarihsel kazanımlarını katleden hukukçular olabileceği gibi adaletsiz hukuk düzeni içinde hukuk adına dik duran hukukçular da olur. Aslında birincilere hukukçu denmez.

Bir de, içinde yaşadığımız OHAL döneminde olduğu gibi, hukukun hukuksuzluğa hizmet ettirildiği başka bir anlatımla hukuksuzluğun hukukla kamufle edildiği zaman dilimleri var ki burada hukukçu olmak ciddi, kararlı, disiplinli ve etik bir mücadele insanlığını gerektirir.

Konuyu yargı fotoğrafları üzerinden yürütürsek önceki iki yazımıza kim başlıkları daha eklemek gerekir.

Birincisi, yargıç, savcı ve avukatların kendi meslek alanlarındaki ya da diğer meslek alanlarındaki hukukçulara yaptıkları haksızlıklar ve baskılar göz ardı edilemeyecek bir düzeye çıktı. Yargı, kendi mensubu yargıç ve savcılar ile savunmanın neferleri avukatları hiç bu kadar kolay ezmemişti.

İkincisi, avukatın avukatı sömürmesi artık ihmal edilemeyecek boyutlara ulaştı.

Üçüncüsü, yargı, dinsel simge olan türbanı özgürlük diye satıp o simge altında “bağımlı yargılama özgürlüğüne” kavuştu. Bu özgürlük (!) dinselin yargı kararlarına girmesine kadar gitti.

Dördüncüsü, burjuva yargısı ile liberalin yargısı, sömürünün yargısı içinde eriyip gitti.

Uluslararası karşılaştırmalar yapılırken, “hukuk devleti” ve “yargı bağımsızlığı” adına ortaya çıkan farklılıklar, hak mücadeleleriyle kazanılan evrensel değerlerin standardına ne kadar uyulup uyulmadığına bakılarak tasnif edilir genellikle. Oysa sınıfsal öz aynıdır. “Asıl adaletsizlik sömürü düzenidir” derken bu özü anlatırız.

Piyasacılık ve gericilik keyfilikle buluşunca Türkiye örneği oluyor işte. “AKP iktidarı neden gitmiyor ya da gönderilemiyor” sorusunun yanıtı, bu istenildiği gibi sömürebilme; devlet, hukuk ve yargı desteğiyle sömürebilme fırsatında yatıyor. Sermaye sınıfına, emperyalistlere bu kadar cömert ve sorunsuz hizmet eden iktidar neden gitsin ya da gönderilsin ki?

“Yargı bağımsızlığı” her ne kadar “yürütmeden, yasamadan, yargıdan, toplumsal ve siyasal her türlü el atma ve baskıdan, her türlü çıkar ilişkisinden” ayrık olmayı, etki altında kalmamayı, yargı etiği ilkelerini işaret etse de yargı da devlet ve hukuk gibi sınıfsal.

Yargının cazibesi ve püf noktası, uzun ve meşakkatli hak mücadeleleri sonucu oluşan hukuk kurallarının nihai denetleyicisi ve hakemi olmasından, daha da önemlisi hukuk kurallarını yorumlama yetenek ve gücünden kaynaklanır. 

Hafife alınamayacak, hak mücadeleleri için destek alınacak kadar önemli olan bu güç nedeniyle egemen sınıf yargıyı kendi haline bırakmaz. Kadrolarla, yasalarla, ödül/ceza yöntemiyle, sürgün ve kıyımla, kurumsallaşmayla, olmadı anayasayla el atar. Olmadı, “cumhuriyet”i faşist dinci devlet yaptıkları gibi, yargıyı da “bağımsız ve tarafsız” görünümlü “biat memurluğu” yapar. Artık yargı, yalnızca ve yalnızca egemen sınıfın ve gerici ortaklarının adaleti için var olur.

Danıştay başkanının söylediği yanlış değil: “Yargı hiç bu kadar tarafsız ve bağımsız olmamıştı”… Yargı, işçilerden, emekçilerden, işsizlerden, işlerinden ve mesleklerinden edilenlerden, hukuksuzluk mağdurlarından, masumiyet karinesi çiğnenerek suçlu ilan edilenlerden, tutuklulardan, iş cinayeti mağdurlarından, istismar ve tecavüze uğrayan çocuklardan, laiklik ve aydınlanma mücadelesi verenlerden, ticarileştirilen eğitim ve sağlık mağdurlarından, kamusal kaynakları talan edilenlerden, ezilenlerden, sömürülenlerden, onları yok sayacak kadar bağımsız olmamıştı.

Anayasa ve yasalara yani hukuka göre karar vermesi gereken yargı, hukuksuzluk uğrunda hiç bu kadar bağımsız olmamıştı.

Yargı, piyasa ve gericilik uğruna, para ve din uğruna, emperyalist çıkarlar uğruna ve de bir parti uğruna hiç bu kadar seferber olmamıştı.       

Yargı “biatçı bağımsız” olma marifetini, “yandaş tarafsız” gözükme yeteneğini hiç bu kadar rahat kullanmamıştı. Yolsuzluğun, usulsüzlüğün, talanın, hukuksuzluğun, adaletsizliğin ve seri cinayetlerin bataklığında, “yargı organı” olarak ayakta durmak kolay mı?

Küçük fotoğraflarla oyalanırken, gerçek ve büyük fotoğrafı kaçırmayalım.

O büyük fotoğrafta, eşitsizlik, adaletsizlik, kıyım, zulüm, hırsızlık, talan, yalan, tutsaklık ve sömürü var; gericilik, yobazlık, bağnazlık var; para ve din ortaklığı, dini hukuk ve yargıya sokanlar var; silahlar, savaş, tecavüz, cinayet, katliam ve kan var; yurtlarından edilerek ucuz işgücüne dönüştürülenler var.

O büyük fotoğrafta karanlık çatı altına sokulan çocuklarımız, onların akıl ve bilim dışı eğitimi ve öğretimi var. İşçi ve emekçi düşmanlığı, insanlık ve akıl düşmanlığı, bilim ve aydınlanma düşmanlığı, barış düşmanlığı var.

Ama o büyük fotoğrafta, onur ve emeklerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmayan işçiler ve emekçiler var. Ödünsüz sınıfsal mücadele veren işçi sınıfı örgütleri var. Emeklerini, yumruklarını, yüreklerini ve beyinlerini devrim için seferber edenler var. Boyun eğmeyenler ve gelecek güzel günlerin hukuku ve adaleti için mücadele eden hukukçular var. İşçi avukatlar, emekçi hukukçular var.

Hukuksuzluğun ve adaletsizliğin içinde hukukçu olabilmek, boyun eğerek ezilmekle değil büyük fotoğraftaki gerçekleri görmekle başlar. Hukukçu, topluma hukuk diye sunulan adaletsizlik belgelerini değil, hukuk tarihinin mücadelelerle kazanılan insanlık belgelerini ve toplumsal gerçekliği esas alır.

Ne zorunlu din dersi ne imam hatipleşme ne okul mescitleri ne de akıl ve bilim dışı müfredat belgeleri, hukuk belgeleri değildir. Kimse uymak zorunda değildir bu paçavralara. Paçavraları yırtıp atmak için halka destek görevi de, aklını eşitsizliğin ve adaletsizliğin yok edilmesi için insanlığa adayan hukukçulara düşer. Binlerce dava onbinlerce olsa bakın görün hukukçuların yürüyüşünü ve mücadelesini…

Hukukçu, düzenin her türlü meşruiyetsizliğinin hukukla meşrulaştırma yoluna gidildiğini bilir ve bu meşruiyeti sorgular;  sömürülenlerin, ezilenlerin, emekçilerin mücadelesi için hukuku kendisine amaç ve hedef yapar. Adaletsizliğin nedeninin sömürü düzeni olduğunu hiç ama hiç unutmaz.   

Sömürü düzeninin hukuku ve yargısı gibi gözüken “hukuksuzluk ve yargısızlık”tan sınıfsız ve sömürüsüz düzenin hukuku ve yargısına, gerçek hukuka ve yargıya ulaşmak hiç de uzakta değil.