'Hayır' 'evet'e hakaret sayılır mı?

Hukuk, kağıtta durduğu gibi durmuyor. Siyasi iktidarın ve uygulayıcıların elinde kılıktan kılığa giriyor, taklalar attırılıyor.

Kurulu iradenin yetkisini aşarak el attığı Anayasa teklifi TBMM’den geçti. Bundan sonra iki yol var.

Birincisi, değiştirilemeyecek Anayasa hükümlerinin değiştirildiği gerekçesiyle, Anayasa Mahkemesi’ne iptal davası açmak. Bu yol daha önce de denendi ve 2008’de iptal ile sonuçlanan örnek var.

Anayasa’nın 10. (kanun önünde eşitlik) ve 42. (eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi) maddelerine, “dinsel amaçlı örtünme -dinsel simge- serbestisi” amacıyla yapılan eklemeler, Cumhuriyetin temel niteliklerini dolaylı bir biçimde değiştirmesi ve işlevsizleştirmesi nedeniyle iptal edildi.

Şimdi, “yeni Anay de değiştirmesi 2008’e göre daha açık olan, anayasal düzenin bütünlüğünü bozan, anayasal ilkelerden büyük ölçüde sapmaya neden olan,  Anayasa’da tanımlanan biçimde işlemeyecek farklı bir düzen getiren, Anayasa normlarının bütünlüğünü koruyan ilk üç maddeyi dolaylı olarak değiştiren bir kanun söz konusu.

“Yeni Anayasa Mahkemesi iptal davasını olumlu sonuçlandırır mı” şeklinde bir polemiğe girmenin anlamı yok. “Hukuk devleti varsa, sonuçlandırır” diyerek ikinci yola geçelim.

Tabii bu arada Cumhurbaşkanının Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunu bir daha görüşülmek üzere TBMM’ye geri göndermesi yolu da var ama, Erdoğan’ın “kararlı adımı” nedeniyle gerçekleşme olanağı sıfır olan bu yolu hukuken anımsatmakla yetinelim.

İkinci yol, malum halkoylaması. Meclis’in yanlışını halkın düzeltmesi umudu… Kollar sıvandı sıvanmasına ama ciddi mi ciddi bir sorun var. Tahmin edileceği gibi OHAL düzeninden söz etmiyorum. OHAL düzeninde halkoylaması tabii ki ciddi sorun ama bizimki daha ciddi.

Görevdeki Cumhurbaşkanı, hem hukuksal olarak hem de siyasal olarak halkoylamasında taraf. Cumhurbaşkanı “evet”çi olduğu için “hayır”cılar Cumhurbaşkanının karşısında yer alacak.

Halkoylaması, “evet”çi ve “hayır”cıların “seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakları” kapsamında. Tıpkı seçimler gibi, “serbest, eşit, gizli” olarak yargı yönetim ve denetimi kapsamında yapılacak.

Halkoylaması, açık seçik siyasi faaliyet… Siyasi faaliyet de açık seçik demokratik toplum düzeninin vazgeçilmez unsuru. “Hayır”cılar, Anayasa değişikliğini önererek kabul eden AKP’nin, doğal olarak da Cumhurbaşkanının karşısında siyaset yapacak.  

Ciddi mi ciddi sorun burada başlıyor; başladı bile.

Türkiye Komünist Partisi’nin “Yeter” sloganlı bildirisi, birçok yerde dağıtımını yaptırmama; dağıtanları tehdit etme, gözaltına alma, gözaltında baskı yapma, savcıya çıkarma gibi yollarla engellenmeye çalışıldı. TKP üzerinden başkalarına da gözdağı veriliyor.

"Hayır” kampanyasında yazılanlar ya da söylenenler, tek başına hükümet olasılığı ortaya çıkacak Cumhurbaşkanını hedef alınca, hemen cumhurbaşkanına hakaretten soruşturma devreye sokuluveriyor. Olmazsa, toplantı ve gösteri yürüyüşü yasağı, kabahatlar yasası, OHAL sosu ve valiliklerin yasaklama uygulamaları devrede… İhbarcılık da destekte… “Hayır”cılar (1982 Anayasası’nın halkoylamasından miras) hain ilan edilirse hiç şaşırmayız. Oh ne âlâ…

Manşet belli: “Evet”çiler serbest, “hayır”cılar -cezaevi şart değil- dışarda tutsak.

Yakında mitingler başlayacak, doğal olarak AKP ve Erdoğan da miting yapacak. Karşı mitinler ne olacak? Yalnızca “hayır” demek, beş harfli sözcüğü tekrarlamak propaganda için yeterli mi? “Neden evet” diye başlayan kampanyalara karşı “neden hayır”ı açıklamadan serbestlik ilkesi çalışır mı?  

Dikkatinizi çekerim. Örneğini verdiğimiz engellemelerde, bildiri sahibi bir siyasi parti; asli işi siyaset olan bir örgüt. Yani demokratik siyasi hayatın vazgeçilmezi olan siyasi parti… Bildiri yazıp, “hayır”ın gerekçelerini anlatamayacaksa, yazdığı bildiriyi dağıtamayacaksa, toplantı ve gösteri yapamayacaksa nasıl siyaset yapacak? Siyasi partiler siyaset yapamayacaksa seçmenin irade beyanı nasıl oluşacak, seçimlerin serbestliği ilkesi nasıl yaşama geçecek? Baskı ve zorlamayla, yasaklarla, ihbarlarla ve suç iddialarıyla dolu ortamda seçmen iradesi nasıl sandığa yansıyacak?

Halkoylamasının yönetim ve denetiminden sorumlu Yüksek Seçim Kurulu “hayır”cılara yapılanlara göz yumarsa, seçimi bağımsız yargı olarak yönettiğini ve denetlediğini nasıl anlatacak? “Git sandıkta oyunu kullan, sesini çıkarma” denecekse ve buna razı olunacaksa “gerçek muhalefet” ile “düzen muhalefeti” arasındaki fark nasıl ortaya çıkacak?

“Hukuk” adıyla yapılan hukuksuzluk sofrası hazır, başka seçeneğe izin yok… Yersen tabii… “Hayır”ın yalnızca anayasalı hükümdarlığa karşı kullanılmaması gereği işte bu “yersen”le çok bağlantılı.

Yememek için, cumhurbaşkanı hükümetine ve AKP’ye karşı olmak da yetmez. Piyasacı ve gerici düzene, emperyalizmin işbirlikçilerine, emperyalizme, burjuva devlete, bu bulamaç içinden kendisini kurtaramayan düzen muhalefetine toptan hayır…

Daha dibine gömülmemek için anayasalı batağın ve meşrulaştırmamak için bu hukuksuzluk batağını; en meşru hakkı, hem hukuksal hem yaşamsal olarak tüm meşrulukları içinde barındıran “direnme hakkı”nı kullanmaktan, “hayır”ı bu hak üzerinden yola çıkarmaktan başka çare bırakmıyorlar. Direnme hakkıyla devrim yapan burjuvazi, kendisine direnilince siyasal iktidarı aracılığıyla polis kesilmekte sakınca görmüyor.

Evet, liberalin, burjuvanın, gericinin “hukuk” dediği şey, kağıtta durduğu gibi durmaz. Onlar adına “hukukun üstünlüğü” pelerinini üstüne örterek çarpar durur insanları; kandırır, sömürür, ezer…

“Hayır” “evet”e hakaret sayılırsa ya da “hayır” propagandası yasaklara takılırsa da mı, “hukuka ve demokrasiye saygımız var” diyeceğiz? Tabii ki hayır, ama hepsine birden… Hayır’ın sandıktan çıktığı sabah aynı düzenin batağı içinde yaşamamak için hepsine birden hayır…

Ne diyor TKP, “Yeter” bildirisinde: “Bu oyun bitsin artık. Hukuksuzluk, keyfilik, zorbalık, sömürü, zulüm” bitsin diyor. Ve tabii ki komünistlerin “hayır gerekçesi”, düzen muhalefetinin gerekçesinden farklı olacak; masum olmayacak, tabii ki sınıfsal olacak…

İnsanlık ve savaş suçlarıyla dolu, piyasacılığı ve gericiliği şiar edinmiş, iktidarının dayanağı olan Anayasa’yı delik deşik etmiş, onbeş yıla yaklaşan iktidarında Türkiye’yi her türlü krizin göbeğine itmiş, sonra da aynı Anayasa’nın Türkiye’yi kurtaramayacağı gerekçesiyle değiştirmeye kalkışmış bir Partiyle, onun hukuksal meşruluğu için elinden geleni esirgemeyen bir muhalefetle Türkiye’nin ne hale geldiğini anımsatmak, ağırlarına mı gidiyor?

Bu Anayasa değişikliğinin gerekçesi ve “evet”, AKP iktidarının başarısızlığının, yıktıklarının ve Anayasa ihlallerinin itirafıdır aslında; “bizi yargılayın” diyorlar. “Hayır”ı “evet”e hakaret sayacaklarına kendileri de hayır deseler hayırlarına (!) olur…  

Onlar, hukuku hem kalkan hem mızrak olarak kullanırken, dini topluma ve siyasete sokarken, halkı keyfice yönetip sustururken, “hayır”ı “evet”e hakaret sayarken, emekçileri ezerken, sömürü düzenini koruma altına alırken, çaresizliklerini “kul düzeni”ne bağlamak istiyorlar. Madalyonun bir tarafında tanrıya kulluk, diğer tarafında sermayeye kulluk olsun, sınıfları hep egemen olsun; örgütlü mücadele yok edilsin, gerçekler saklansın, hesap sorulmasın istiyorlar.

Yağma yok… Sınıfsız ve sömürüsüz dünya kurulana kadar hayır…

Yağma yok… İşçiler ve emekçiler neye evet diyeceklerini çok iyi bilir.