Halk potansiyel suçlu, hükümet mahkeme

OHAL KHK’leri ve uygulamalarıyla gelinen yer burası: kişilerden kurumlara herkes potansiyel suçlu, AKP hükümeti de suçu ve suçluları saptayıp cezayı kesen mahkeme…  

Anayasa, cumhurbaşkanının başkanlığındaki bakanlar kuruluna (bundan sonra hükümet diyeceğiz)  hukuk rejiminin dışına çıkmadan, anayasal ilkeleri ihlal etmeden, yalnızca olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda ve sürede KHK çıkarma yetkisi veriyor; ama yasama ve yargı denetiminden kaçma, mahkeme olup yargılama yapma yetkisi vermiyor. Hukuk devletini, AKP’nin devleti yapma yetkisi vermiyor.

Anayasa’ya göre OHAL döneminde yürütme organı yasamanın kimi yetkilerini kullanabilir, o da sınırlı olarak. Bir kere, OHAL yönetimi “hukuk dışlayan keyfi bir yönetim” anlamına gelmez. İkincisi, OHAL yönetiminin karar ve uygulamaları olağanüstü halin gerekli kıldığı konularla ve süreyle sınırlı. Üçüncüsü, OHAL yönetimi denetimsiz değil; parlamentonun ve yaygın kanının (kandırmacanın) aksine yargının denetimine tabi.

OHAL ilanından bu yana yukarıdaki ilkelere uyulmadığını yazdık ve yazmaya da devam edeceğiz. Bugün, bırakın ilkelere uyulmamasını, hiç yapılmaması gereken bir konuyu, OHAL yönetiminin “mahkeme yerine geçme” konusunu anlatacağız kısaca. Herkesin gözü önünde yaşanan ama çoğunun görmediği konuya gireceğiz.

Darbe girişimiyle ilgili olarak hükümetin yaptığı geniş suç tanımı şöyle: “Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibat”…  

Belirsiz bir tanım olduğunu ve hukukun en temel ilkesi olan “belirlilik” ilkesini öngörmediğini vurgulayarak bu tanımın analizini ve OHAL KHK’siyle böyle genelleştirişmiş bir tanım yapılıp yapılamayacağını bir yana koyalım, işin yargılama kısmına bakalım.

Hükümet, OHAL’in gerekli kıldığı suçu tanımladı, sonra da bu suç kapsamına girenleri delilleriyle saptadı diyelim. Yetki ve görevi burada biter; suçun işlendiğini sabit görüp kişileri cezalandıramaz. Çünkü suçluluğun sabiti, kimin suçlu olduğu ve nasıl cezalandırılacağı “hükümle” yapılabilir. Hüküm makamı da hükümet değil mahkemelerdir.         

Yargı yetkisi, “hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı”, “yasal yargıç güvencesi”, “yargı”, “yargıçlık” ve “savcılık” konuları, Anayasa’da güvence altına alınmıştır. Bunlar, halka hak aramada sınırsız özgürlük tanıyan ve yargılamayı “ulus adına” bağımsız mahkemelere teslim eden maddelerdir.

Ve en önemlisi, olağanüstü hallerde, olağanüstü hal süresi ile sınırlı olarak temel hak ve özgürlüklerin kullanılması Anayasa gereği durdurulabilir; ancak altını çizerek yazalım, OHAL’de bile; “kişinin yaşam hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatini açıklamaya zorlanamaz ve bundan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz”.

Ne darbe girişimi ne de OHAL ilanı, hiçbir olağanüstü düzen, hukukun “sözde hukuk”la dışlandığı keyfi bir yönetime dönüşmenin gerekçesi olamaz; hukuku dışlayan keyfi yönetimin yaptığı da “darbe” olur.  Sorumluluk siyasal iktidardadır ve darbe girişiminin adının konulması, suçluluğu hükmen kanıtlanmadan kurumların ve insanların aynı çuvala tıkılması sorumluluğu ortadan kaldırmaz. Belirsiz suç tanımlarıyla KHK’lerin ekine listeler yapıp insanları o listelere yazmakla suçluluk hükmen sabit olmaz.

Kaldı ki, nasıl ülkeyi karanlığın ve sermayenin kucağına iterken ortak idiler, hâlâ kimi alanlarda ortaklık sürüyor; yarın yine ortak olacakları pazarlıklar da sürüyor. Bugün birkaç kişiyi saftan çıkarmak durumu değiştirmez. Ama saftan çıkarmayı tasfiye ve kıyıma dönüştürmek; insanları soruşturmadan, savunmalarını almadan, yargılamadan suçlu sayıp cezalandırmak durumu değiştirir.

Bu koşullarda kamu çalışanlarını işten çıkarma ve kamuda bir daha görevlendirmeme, listeler halinde “terörle bağlantılı” gösterme ve “sınırsız hak yoksunluğu” ile karşı karşıya bırakma, “idari usul ve idare hukuku”nu aşan, “suç ve ceza” alanına giren bir konudur.  

AKP’nin OHAL hukuku, Anayasa’yı ve hukuk ilkelerini dışlayarak tasfiyenin, korkuyu yaygınlaştırmanın, hak mücadelelerini baskılamanın ve özellikle de emekçileri sindirmenin, işsizleştirmenin aracı haline geldi. Aynı hukukla, mülkiyet el değiştiriyor, kamu kaynakları talan ediliyor, devlet yeniden yapılandırılıyor.

AKP’nin OHAL hukuku, hükümetin yasamayı dışlaması, yargının yerine geçmesiyle, hukuksuzluğun ve keyfiliğin hukukudur. Tabii ki bu hukuku eleştirmek, hukuksuzlukları teşhir etmek, OHAL KHK’lerine karşı çıkmak, önemli bir mücadele alanı olarak OHAL süresince olmadığı sanılan hak arama özgürlüğü mahkemelerde kullanmak önemli; ama yeterli değil. “Hukuksuzlukların üzerine gideceğiz, hukuk devletini sağlayacağız” demek de yeterli değil.

Emareler çok açık: AKP neyse, OHAL düzeni de öyle olacak; OHAL düzeni neyse, OHAL’siz gelecek de öyle olacak.

Milli mutabakat ekibi boş durmuyor; OHAL uygulamalarını ve hukukunu göre göre, yargının katliamını izleye izleye bir de Anayasa değişikliği maddelerini yazmaya başladı. AKP’lileştirilen yargıyı elbirliğiyle kurumsallaştırmaya çalışıyorlar. 

Düzen içi muhalefet, uyarı ve kaygılarını ne kadar dile getirirse getirsin AKP’li düzenle özdeş; burası ayıklansa bile piyasacı gerici düzenin kale kapısı yine kapalı ve hukuku yaratan ilişki bu düzenin ilişkisi… Her şeyleriyle dibe vurmuş ilişkilerinde bile hukuklarını yazıp uyguluyorlar.  

Bu egemen sınıf siyaseti ve ilişkisinden adaletli hukuk ve adalet dağıtan yargı beklenemez.  Uzlaşmacılık ve teslimiyetçilikten uzaklaşarak, düzenin ekonomi politiği olan sömürüyü ve destekleyicisi gericiliği görmek, okumak ve ona yüklenmek şart.