Haklısınız ama…

Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu, yozlaşmayı, gericiliği, çıkar ilişkisine dayalı siyaseti, hukuksuzluğu, keyfiliği ve sömürüyü açıklayıp gerçekler anlatıldığında verilen karşılık genellikle “haklısınız ama…” diye başlıyor.

Haklıysak “ama”sı ne?

Emperyalizmi anlatırsınız, “kapitalizmin en yüksek aşaması” olarak ekonomi politiğinin “sömürü” olduğunu anlatırsınız; IMF’nin, NATO’nun, uluslararası hukukun emperyalizmin organları ve kuralları olarak faaliyet gösterdiğinden söz edersiniz…

“Haklısınız, kurtuluş savaşı da emperyalizme karşı yapıldı. Cumhuriyet bu savaşın devrimci yüzü oldu” diye başlayıp ama ile devam ederler; “ama IMF ve NATO’ya yarım asırdan fazladır üyeyiz, uluslararası hukuk kaçınılmaz olarak devrede ve bu ilişkilerden kopamayız” derler.

Savaşı anlatırsınız, çeteleri ve vekalet savaşçılarını, silah üretimi ve kazancını anlatırsınız; emperyalizmin silahla, savaşla, mekan paylaşımlarıyla ve nüfus hareketleriyle beslendiğinden söz edersiniz…

“Tabii ki barış iyidir” diye başlayıp ama ile devam ederler; “ama nükleer silah üretenler var, diktatörler var, teröristler ve onları besleyenler var; savaş gerekli, kaldı ki emperyalist paylaşımda pay alabiliyorsak alalım tabii” derler.

Hukukun nasıl sömürü ve baskı aracı haline geldiğini, mücadelelerle kazanılmış hakların nasıl geri alındığını anlatırsınız; hukukla sermayenin nasıl güçlendirilip emekçilerin nasıl bastırıldığından, OHAL hukukunun hukuksuzluğundan söz edersiniz…

“Öyle", "ama hukuksuzluğu mu savunacağız, hukuksuz yaşanmaz ki” derler.

AKP’nin meşruiyetsizliğini anlatırsınız, gerekçelerinizi sıralarsınız…

“Gerekçeleriniz yerinde”, “ama seçimle gelen parti, meşruiyet sorunu yok” derler.

Seçim tuzak ve hilelerini anlatırsınız, örnekleriyle kanıtlarsınız…

“Biz de biliyoruz", "ama Yüksek Seçim Kurulu” derler. 

Düzen muhalefetini anlatırsınız, düzen muhalefetinin iktidarı yaşatan esnek ve yumuşak tavrından, payandalık görevinden söz edersiniz…

“Evet muhalefet zayıf”, “ama daha ne yapsınlar, yürüyüş bile yaptılar; parmak sayıları az, ellerinden gelen bu kadar, onlar da çaresiz” derler.

Her geçen gün tekelci sermayenin zenginliğinin daha çok arttığını anlatırsınız; bu artışın emekçi halkın yoksulluğunun artması anlamına geldiğinden söz edersiniz…

“Gelir dağılımı uçurumu artıyor, doğru”, “ama bu düzen de böyle, patronlar yatırım yapmasa işsizlik daha da artar, üretim olmaz” derler.

İktidar partisinin il kongrelerinde konuşan, diğer partilere ve liderlerine sertleşen, halka ağır eleştiriler yükleyen hatta tehdit eden lideri anlatırsınız; siyasetin gereği olarak bu yüklenmeye yanıt verme gereğinden söz edersiniz…

“Tabii ki siyaset bunu gerektirir”, “ama söz konusu lider cumhurbaşkanı olunca, ona karşı söylenenler cumhurbaşkanına hakarete girer” derler.

Sağlığın ticarileştirilmesinden ve kâr uğruna ayrımcılıktan söz edersiniz…

“Evet parası olan iyi hizmet alıyor”, “ama devlet de kötü hizmet veriyor, kuyruklar azaldı” derler.

Eğitim ile üretim ilişkileri ve toplumsal ilişkiler arasında diyalektik bağlantıyı anlatırsınız; eğitimin egemen sınıf yanında üretime bağımlı kılındığından ve bu sınıfsallığın çocuğa ve haklarına bakışın da özü olduğundan, gerici eğitim yanında laik eğitimin piyasaya çıkarıldığından söz edersiniz…

“Devlet eğitimi gerici, özel eğitim paralı ve pahalı”, “ama çocuklarımızı gerici eğitime teslim etmektense borçlanır laik okulda okuturuz” derler.

Akla ve bilime dayalı eğitimi, evrimi anlatırsınız; laik eğitimin anayasal güvence altında olduğundan, zorunlu din derslerinin ancak ve ancak veli isterse verilebileceğinden, zorunluluğun kazanılan davalarla ortadan kaldırıldığından söz edersiniz…

“Doğru”, “ama dava açarsak çocuğumuz dışlanır, yalnızlaşır” derler…

Gerçek laikliğin, dinsel olanın devlete, hukuka, siyasete ve toplumsal yaşam tarzına girmemesi anlamına geldiğini anlatırsınız; Anayasa’nın laiklik ilkesinin özünden söz edersiniz…

“Laikliği biz de savunuyoruz”, “ama dinsel özgürlük de var; bir de çevremiz böyle, dışlanmamak için biz de günlük yaşamda dinsellikten kopamıyoruz” derler.

Egemenin ikiyüzlülüğünü anlatırsınız; demokrasi ve özgürlük yanılsamalarından söz edersiniz…

“Evet”, “ama biz dürüst insanlarız, şükür idare ediyoruz” derler.

Haklılık onaylandığına göre ele ele vermekten, mücadele etmekten, somut mücadele yollarından söz edersiniz…

“Sizi izliyor ve takdir ediyoruz, diğer partilerden farklısınız ödün vermiyor ve ilkelerinizden sapmıyorsunuz”, “ama ya saldırı ya da gözaltı, korkuyoruz; bir de seçimler, oy oranı, baraj, kitlesellik…” derler.    

Böyle uzayıp gider “ama”lar… “Para, din, korku ve sömürü” düzeni de sürüp gider.       

Kapitalizmin ekonomik, politik ve ideolojik bunalımı ile “gericilik” ve “ahlak bunalımı” koşut. Bu koşutluk ikiyüzlülüğü, insana/insanlığa özgü ahlaksal değerlerin çürümesini ve çöküşünü hızlandırıyor; emekçi halk üzerindeki baskı ve şiddeti, iş cinayetlerini de artırıyor.

Adaletsizlik gibi yolsuzluk da sömürü düzeninin kendisinden, mülk ve tüketim yarışındaki hırs ve vahşet birlikteliğinden kaynaklanıyor. Ahlak ve etik (ahlakbilim) ise özünde “çürümüş bir şeyler” taşıyan sistemle doku uyuşmazlığı taşıyor.

Sömürü düzeninin sözde seçeneği hep var ama aynı kısır döngü içinde. Palazlanması da krizi de yolunu hep eşitsizlik ve adaletsizlikle arıyor. Ararken hep uyutan ve uyuşturan gericilikten destek alıyor, dinsel gericiliğe daha fazla sarılıyor ki sarılanlar da fazlalaşsın. Sarılanlar fazlalaşsın ki emekçi halkın mücadele gücü kırılsın. Kırılsın ki gerçekler anlatılmasın, sınıfsallık unutulsun.

Kapitalist/emperyalist düzenin ikiyüzlülüğünü, gericilikle işbirliğini, zulmünü ve sömürücülüğünü anlatan; “haklısınız ama…” diyen sessiz ve umutsuz kitleye “haklısınız” demeyen, “ama”sız seçeneği tek tek sıralayan, güncele ve kişiye göre ödünlerle oyalanmayan, sınıfsal ve devrimci niteliğinden ödün vermeyen Parti ise “halkın seçeneğini güçlendirme” uğraşında… 

Seçenek var. Gericiliğe karşı “laiklik ve aydınlanmacılık”, emperyalizme ve işbirlikçiliğe karşı “yurtseverlik”, piyasacılığa karşı “kamuculuk”…

Seçenek var. Sermaye sınıfının aklına karşı “işçi sınıfının aklı ve umudu”…

Seçenek var. Sömürücü ve gerici işgal altındaki cumhuriyete karşı “Sosyalist Cumhuriyet”…