Grev vermiyoruz lokavt verelim…

“Grev denilen olayı kaldırdık” sözcükleri anayasal bir hak olmasına karşın işçinin haklarını korumasını yasaklamayı tanımlıyor; işverenin işçiye karşı çıkarını koruma aracı olduğu ileri sürülen lokavt ise açık olarak ilan edilmeden parça parça uygulamaya sokuluyor.    

Bakmayın kimi erteleme kararlarında grev kararıyla birlikte lokavt kararının da ertelenmesine.

Grev yasağı açık, lokavt uygulaması ise örtülü. Sermaye sınıfına bağlılığın açık göstergesi.

Düzenleri için her yol geçerli. Kimi patronların batması ya da konkordatoya sığınması, kimilerinin krizlerinden mağdur çıkması sömürü düzenini değiştirmiyor ki. Saldırı sömürülenlere, emekçi halka yönelik.

Kendilerini muhalefet diye tanımlayanların “düzen sürsün ama hukuk içinde sürsün, istikrar bozulmasın” demesi güldürüyordur siyasi iktidarı. Hangi hukuk, ne hukuku? 

1961 Anayasasının ilk metninde grev var lokavt yoktu. 

Anayasa koyucular, “klasik hak ve özgürlüklerin yanında modern ve sosyal haklara da geniş ölçüde yer veril”mesiyle, “iktisaden zayıf durumda olan milyonlarca vatandaşın ezilmesine ve teker teker mahvolmasına seyirci” kalmamakla övünüyorlardı.

O tarihteki koşullarda sosyal haklarla ilgili hükümler, artık bütün anayasalarda yer alan insan özgürlük ve haysiyetinin gerçek zaferi olarak karşılanıyordu. 

Grev hakkı da “anayasalara giren bir sosyal ve iktisadi hak olarak”, “genel surette kabul görerek”, “prensip itibariyle demokratik nizamın zaruri kıldığı bir hak olarak” çalışma ile ilgili hükümler arasında yerini aldı. 

Hatta “bu hakkın siyasi maksatlarla kullanılabilmesi ihtimalinin yarattığı endişeleri mübalağa etmemek gerekir. Esasen, tasarıda yer alan ‘işverenlerle olan münasebetlerinde iktisadi ve sosyal durumlarını korumak ve düzeltmek maksadıyla’ kaydı, siyasi grevlerin caiz olmadığını göstermektedir” de denildi.    

Dünya sosyal hakları tanıyan ve uygulayan sosyal devletlere doğru bükülüyordu. Ancak aynı Anayasa koyucular, “sosyal hakları tanımak, bazılarının yanlış olarak ifade ettiği gibi, asla sosyalizmi kabul etmek manasına gelmez” demeyi de gerekçeye yazmayı ihmal etmediler. 

Öz olarak, hem Anayasaya “hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınmaz” yazıp hem de sınıflı toplumda yaşıyoruz dediler. Buna bağlı olarak 1961 Anayasasının özgün metninde yer almasa da lokavt ihmal edilmedi. Madde gerekçesinde, “lokavt hakkı da, mahiyetinden doğan farklılıklar hariç, grev hakkına müvazi olarak kanunla düzenlenecektir. Ancak, bunun bir insan hakkı olarak Anayasada zikredilmesi için sebep yoktur” denilerek yol gösterildi.

Nitekim Türkiye İşçi Partisinin “Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu”nun lokavtın da içinde olduğu kimi maddeleri için açtığı iptal davasında Anayasa Mahkemesi, işçinin işverene karşı çıkarını koruma aracı olarak grev karşısında işverenin de işçiye karşı çıkarını koruma aracı olan lokavtı, demokratik sosyal düzenin dengesi olarak tanımladı. Çalıştıranların çalışanları ezmemesi gibi çalışanların da çalıştıranları ezmemesi şeklinde bir gerekçeyi yazmayı da ihmal etmedi.

Anayasa Mahkemesine göre işçilerin çıkarları ile işverenin çıkarları arasında adalete uygun bir bağdaştırma ve uzlaşma yolu bulunmalıydı. Mahkeme mülkiyet hakkını da unutmadı. Lokavtı “işverenin mülkiyet hakkını, iş yerini bir süre için işletmekten kaçması yolunda kullanması” olarak nitelendirdi. Amaç sosyal dengeydi.    

1982 Anayasası ise “grev hakkı ve lokavt” başlıklı maddesine asli amacını saklamadan yazdı lokavt hakkının anayasal güvenceye kavuşturulmasını. “Lokavtın anayasal hak olarak tanınması bir denge fikrinin sonucudur” dedi. Lokavtın yasaklanması yolunda belirlenen düşüncelerin uygulanması halinde, işverenlerin elinden tek mücadele ve mukabele oranının alınması sonucu doğması kaçınılmazdı. 

“Sosyal alanda işçi ve işveren mücadele ederken eşit araçlar kullanılırsa, ancak o zaman, bu mücadele topluma zarar verir olmaktan çıkar”mış. “Aksi halde grevsiz lokavt ile lokavtsız grev ayrı sonuçları verir”miş.

Şimdi “grevsiz lokavt” dönemindeyiz. Hukuksal olarak lokavt kararı alınmasına bile gerek olmadığı dönemdeyiz. Yeni Anayasa Mahkemesinin grev ertelemesini hak ihlali olarak görmesine rağmen grev yasak lokavt her yerde.

 Anayasa, “lokavtsız grev”e yol vermediği gibi “grevsiz lokavt”a da yol vermiyor ama başkanlı yönetim güvencesiyle greve nokta konuluyor kendilerince.  

Grevi kaldırma iddiası, “işçi insan değil meta, metanın da hakkı olmaz” demektir. 

Grev, hukukta yazsa da yazmasa da haktır, direniş hakkıdır. Lokavt ise hak değil, sömürünün yani kapitalizmi kapitalizm yapan ilişkinin aracı. 

 Sermaye sınıfa göre grevin engellenmesinde sorun yok. Gericilere göre piyasa tanrısına başkaldırma olmaz. Ama patronlar işçileri her türlü bahaneye “kriz” diyerek kapı önüne koyabilir. İflas, konkordato, lokavt, OHAL, OHAL’li hukuk, hukuksuzluk… Hepsi sermayenin düzenine çalışıyor. O kadar kolay mı?

Çıkarları korunan yalnızca sermaye sınıfı. Siyasetleri buyurdu, buyruk işçinin hakkını ve hukuku saf dışı bıraktı. O kadar kolay mı? 

Her alanda her yönden sömürülen, zaten yoksulluğa terk edilen işçilerin kendilerine zorla bir takım koşulların kabul ettirilmesinin, hakları da verilmeyerek işlerinden atılmasının,  işsiz ve aç bırakılmasının hukuk ya da hukuksuzluk konusu yapılması, mahkeme kararına bağlanması ya da bir kamu yöneticisinin veya patronun keyfiliğine teslim edilmesi o kadar kolay mı?

Sonuç şu: krizdeler, çürüyorlar. Tahakkümleri için her şeyi yapacak keyfileştirme ve yozlaştırma içindeler. 

Mücadelelerle kazanılan gerçekler ne olursa olsun, Anayasa ve hukuk ne yazarsa yazsın, hukukçular haklar üzerine ne tartışırsa tartışsın aldırış etmiyorlar. Emekçilerin haklarını arayamayacağı yeni bir sözleşme dayatmak istiyorlar sınıfsal çıkarları için.

Tabii ki işçi sınıfının, tarihin motoru olan örgütlü mücadelesi izin verirse…