Göç insanları ve politikalar

Geri kabul anlaşmasıyla birlikte Türkiye’yi depo yapan göç olgusunu tartışırken, iç göç zorlaması içinde bulduk kendimizi.

Piyasaya ve gericiliğe teslim edilen insanlık, terörizme ve militarizme de teslim edilerek, kendisine biçilen yaşam tarzına rıza gösterir hale getiriliyor. Bu rıza için gerekli sopalardan biri Ortadoğu’da süren savaşlar, diğeri Ankara-Paris katliam hattı, bir diğeri de Güneydoğu kentlerinde yaşananlar…

Göçler tarihi incelenirken, “kapitalizmin ve emperyalizmin tarihine katkı” başlığı açılmadan yapılacak değerlendirmeler eksik kalır ya da onların istediği yerde biter.

Suriye’den Türkiye’ye başlamış gibi gözüken, aslında Ortadoğu’yu ve Kuzey Afrika’yı bütünsel olarak kapsayan ve Avrupa’ya doğru yönelip geriye dönen güncel göç konusu, kapitalizm ve emperyalizm tarihine katkı başlığı açılmadan gerçekçi olarak okunamaz.

İster, Amerika’yı sömürgeleştirmeye giden Avrupalılar, ister Afrikalı köleler; ister tarımdan sanayiye geçen Avrupa’da açıkta kalanların göçleri, ister kovulanlar ya da savaşlardan kaçanlar; sömürgesel, ekonomik ya da politik türden tüm göçler, “mülksüzleştirme” ve “nüfussuzlaştırma”yı işaret edip, kapitalizmin ekonomi politiğine hizmet ediyor.

Konunun, uluslararası hukuka dökülüşü de -ister göç akımını sınırlayıcı, ister hak tanıyıcı, ister geri gönderici olsun- ya devşirmeciliğin, ucuz ve güvencesiz iş gücünün ya da ulusal istihdamı korumanın dayanağını belgeliyor.

Bu, yasaklar ve engellerle dolu hukuk, Batı’nın ikiyüzlülüğünün bir başka ikiyüzlülükle dışa vurumu. İnsanları kitleler halinde yerlerinden eden sömürü düzeni, bu hareketin kaynağı kendisi değilmiş gibi davranarak, göçenlerin kimi haklarını güvence altına alıyormuş görüntüsüyle hem yarattığı vahşeti, savaşı ve kıyımı meşrulaştırmış oluyor hem de kendi düzenini korumaya alıyor.

Büyük göçleri canlandıran, bundan yararlanan, göç akışını insan kaçakçılarıyla körükleyip polisle durduran sömürü düzeninin kendisi...

Lenin’in, “emperyalizmin özellikleri arasında” saydığı göçlerin, bugün Türkiye gibi “depo ülkelere” kalan ayağı ise “çiğ fırsatçılık”… Bir de parmaklarını halkın gözüne soka soka dayattıkları “vize” ya da “AB’ye üyelik” ilişkileri…

Oysa slogan belli: İyiler batıya, kötüler depoya…

Şimdi Türkiye’nin Güneydoğusu’nda başlatılan iç göç zorlamasıyla boşalan mekanlara depodan dolgu malzemesi gibi insan yığdığınızda, bir taşla birkaç kuş vurmak hiç de uzak olasılık olmayacak. Bunun adı da terörizmle mücadele için nüfuslandırma…   

Mülteci hukuku ve geri kabul anlaşmaları, göçlerin nedenleri ve maddi gerçeği üzerinde durmaz. Tersine, maddi gerçeği perdeler. “Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu”, amorti, “vizesiz AB” de promosyon gibi sırıtır durur ama her ikisi de soyut; “geri kabul” ise somuttur; “mültecileri salarız dedik, keseyi açtılar” sözleriyle avunulur ancak…

Bir başka somut ise iç göç…

Vahşetin yaratıcılarının ve hegemonya sürdürücülerin “insanî yüz” olarak gösterdikleri, savaş ve sömürü gerçeğini saklamaktan ibaret. “İnsanî mücadele bayrağı” da, insanları topraklarından, yurtlarından eden düzenin bayrağı. Bu insanî yüz, eşitsiz ilişki biçimini de savaşı da yok etmez.

Egemenler, düzenlerinin “devamını sağlamak için toplumsal hoşnutsuzlukları gider”meyi ihmal etmezler. Yıkarken yapmak ya da sömürürken beslemek gibi gösterilen bu sözde telafi politikasının amacı varlıklarının devamı.

İtici nedenlere bağlı olarak ortaya çıkan göçler, sosyal patlama riskinin frenleyicisi olarak görülürken, göç insanlarının ne görüşleri sorulur ne katkıları alınır. Onlar yeni sömürgecilik düzeninin köleleri ya da kaosun fedakarları olarak görülür.

Göç insanlarının çoğunluğu, dinsel, mezhepsel ya da etnik ayrışmalar içine yerleştirilir.  Oysa onlar, sınıfsal konumlanış bakımından sermaye sınıfının karşısında, işçi sınıfı içinde yer alırlar.

Göç insanlarının başlarına gelenler sınıfsaldır.

Çözüm, ezilmelerine ve sömürülmelerine ilişkin somut durumun somut analiziyle birlikte, onları sınıfsal mücadeleye katmakla somutlaşacaktır. Bu da seyirci kalınmakla değil, sınıf siyasetinin “özne”sinin stratejik programına katılarak, “insan aklı”nı “sınıf aklı”na çevirerek gerçekleşir. Sloganı da açıktır: “Bütün ülkelerin işçileri birleşin”…