Fonlama, yemleme, istikrar

24 Ocak ve 12 Eylül 1980, 7 Kasım 1982 ve 13 Aralık 1983…  İlk ikisi darbe başlangıcı ve darbenin, sonraki ikisi de Anayasa’nın halkoylamasıyla kabulünün ve ANAP’ın tek başına iktidar oluşunun tarihleri. 

İlk ikiye yıkımın ikinci ikiye de bu yıkımın demokrasi ve seçim yoluyla kabul ettirilmesinin tarihleri de diyebiliriz. Ama dört tarihin de ortak noktası aynı: ekonominin dışa açılmasının sağlanması ve uluslararası ekonomik bütünleşmenin gerçekleşmesi için istikrar programının uygulanması, kısaca kapitalist emperyalist politikalara entegrasyon.

Bu hedefe ulaşmaya, “güçlü yürütme” ve 24 Ocak kararlarıyla artan, 1984’den 2000’lere kadar zirveye oturan “fon ekonomisi” damgasını vurdu. Aslında kamusal nitelik taşıyan ama belirli kaynakları toplayıp harcayan, bütçeyle bağlantılı veya bütçe dışı çalışan fonlara 1961 Anayasası döneminde sayıları birkaç tane de olsa Anayasa Mahkemesi tarafından, bütçe hakkı ve bütünlüğü içinde hayır denilmişti. 1982 Anayasasında da aynı bütçe kuralları korunduğu halde Anayasa Mahkemesi fon yağmuruna, döneme uyumla kapı açtı.

Bugün soL Portalda da birlikte olduğumuz sevgili Oğuz Oyan Hocamla birlikte zamanın 132 fonu kapsayan en kapsamlı fon envanterini çıkararak, bu envanter üzerinden yaptığımız çalışmada fonlara ihtiyaç nedenlerini, istikrar programı ile fon ekonomisi arasındaki sıkı bağlantıyı ayrıntılı olarak yazdık (İstikrar Programından Fon Ekonomisine, Oğuz Oyan, Ali Rıza Aydın, Teori Yayınları, 1987). 

Daha sonra IMF’in “artık yeter, bu kadarı da fazla, biz sizin kamu kesimi genel dengenizi izleyemiyoruz, denetleyemiyoruz” uyarısı ve baskısıyla 2000’in ilk yıllarında tasfiye sürecine sokulan fonlar, -ki daha 1991’de, “Türkiye’de Maliye ve Fon Politikaları, Alternatif Yönelişler” adlı ikinci kitabımızda fonlu maliye politikalarının terk edilmesi ve fon sisteminin tasfiyesini ayrıntılarıyla önermiştik- fon ekonomisi olacak kapsamlarıyla yeniden hortluyor.

Fon uygulamasının görünürdeki nedenleri, katı bütçe/maliye/finansman ve bankacılık ilkelerinden ve yürütmenin elini kolunu bağlayan kurallardan kurtularak hızlı karar alma, hızlı iş bitirme, yeni gelir kaynakları yaratma ve denetimden kaçma olarak ileri sürülür. Bu nedenler teknik ve karşılanabilir. Gerçek nedenler daha bütünsel, siyasal ve ideolojik. 

1980’lerin, 24 Ocak iktisadi istikrar programı ve 12 Eylül siyasi istikrar programıyla örtüşen fon uygulaması bugünün ekonomi politikalarıyla da örtüşmekte. Geçmişte, yürütmenin yasama organının görev ve yetkileri aleyhine güçlenmesi için kullanılan fon modelinin, bugün yasama organının zaten işlevsiz ve etkisiz olması nedeniyle bu amacının ortadan kalktığını söylemek eksik kalır. Yürütmenin artık tek kişide toplanması da bu eksikliği kapatmaz. 

Sermayenin ulusal ve uluslararası ihtiyaçları ile hegemonyası, belirleyici bir unsur olarak kaynak tahsisi mekanizmalarıyla oynamayı gerektirdikçe fon gibi ayrık ve esnek modellere başvurmak kapitalizmin yasalarıyla uyumludur. Ki ekonomik bunalım ve kriz, tıpkı savaş ve savaş sonrası yeniden inşada olduğu gibi, fon tipi istisnai kaynak toplama ve aktarma modellerinin gerçek gerekçesi olmuştur birçok ülkede.

Öte yandan, devletin piyasaya müdahale etmemesinin ama sermayeyi teşvik edip sermaye birikimini desteklemesinin etkin araçları olarak da fonlar önemli işleve sahip.    

 Savunma Sanayii Destekleme Fonu, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu, Tanıtma Fonu, Kaynak Kullanımını Destekleme Fonu, Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, Yatırımcıları Koruma Fonu, İşsizlik Sigortası Fonu, Özelleştirme Fonu, Türkiye Varlık Fonu… Bugünün aktif ve güçlü fonlarından bazıları. 

Sayıları burada yazdıklarımızdan daha da fazla olan, Kredi Garanti Fonu gibi uluslararası anlaşmalara da dayanan fonlara şimdi de Kalkınma Fonu ekleniyor. Adı banka olan ama bankacılık hukukuna ve denetimine tabi olmayan yeni Kalkınma Bankası ve bünyesinde Kalkınma Fonu: özel kasa ve özel harcama… 

Bu kadar basit değil tabii. Özel kasa, özel harcama derken finans kapitalin, ekonomi politiğin dışında bir plan düşünülemez.    

Bir yandan birçok kaynak ve harcama adası oluşturarak kaynak tahsisi mekanizmasını parçalıyorlar diğer yandan da “mali disiplin”,  “tek hazine kurumlar hesabı” diyorlar. Disiplin dedikleri, sermayeye yapılacak kaynak aktarımı ve destekler için en kolay, en hızlı, en esnek ve denetimsiz mekanizmaları kurmak.  

İçinde yaşadığımız düzende ve devleti bir “başkan”la bütünüyle saran yeni yönetim modelinde, fonlar ve fon tipi gizli hesaplarla ilkel fonlama, yemleme yapılması hiç de sürpriz değil. Ama konu fonlama, yemleme, kayırma gibi dar alanlarla da sınırlı değil. İçinde yaşadığımız kapitalist dünya ve emperyalist işbirliği de bu tür yeni kaynak tahsisi mekanizmalarına uygun. 

Parlamentoya karşı güçlenen ve hareket alanı genişleyen kurul tipi siyasal iktidardan, hem parlamentoyu hem de yargısal denetimi nüfuzuna alan birey tipi iktidara geçmiş olmak yalnızca devlet ve hukukun değil ekonomi politiğin de alanı olduğu için, Türkiye’de yaşananlara teknikle bakmak hele hele “başkan”a bağlı dar ve kısır yorumlara gitmek en çok sermaye sınıfını memnun eder.

Bugün faal fon sayısı niceliksel olarak 1980’lerin fon sayılarını tutmasa bile kaynakları ciddi büyüklükte. Genel kabul görmüş ekonomi ve maliye politikalarından, kurallarından ve uygulamalarından esnemeler, kaçmalar daha da sürecek görünüyor. Bu esnek kulvarda yürüyüş sermaye yönünden kimi sorunları da çözebilecektir, ta ki çözdüklerinden daha fazla sorun ve bunalım yaratana kadar. 

Kapitalist/emperyalist istikrar için her şey kurallı ya da kuralsız her şekilde seferber edilebilir. Tıpkı 1980’lerde IMF’in fonlara önce göz yumup sonra “yeter artık” demesi gibi yakın gelecekte de uluslararası yönetim ve denetim kurumları “yeter artık” diyene kadar sürer bu esnek ekonomi politikaları. Kapitalizmin kısır döngüsü sürer gider; yeter ki işçi sınıfı onlara ses çıkarmasın, sömürülmeye, ezilmeye devam ederken sermayenin istikrarı bozulmasın.

O zaman söz ve karar sahibinin adresi de belli: işçi sınıfı…  Patronların ve destekçisi siyasal iktidarların planları varsa işçilerin de olmalı.

Türkiye Komünist Partisi, krize ve kriz fırsatçısı patronlara karşı dayanışma, haberleşme ve mücadele ağı kurdu. TKP’nin bütün parti binalarının, lokallerinin, temsilciliklerinin, yayınlarının kapıları bu ağa ulaşmak isteyenlere açık olacak. Güçler birleştirilecek. Patronlara boyun eğilmeyecek.  Sömürücülere göz açtırılmayacak. Emekçiler patronların ve düzenin ensesinde olacak.