Fiili duruma karşı “fiili durum”

Cumhurbaşkanı, “Türkiye’nin yönetim sistemi değişmiştir” dedi ve fiili duruma geçtiler:

Parlamento, toplum yararı için işlevsiz; AKP siyaseti, gericilik ve sermaye için işlevli…

Yargı, toplumsal adalet için yok; AKP siyasetine, gericiliğe ve sermaye çıkarına var.

Hükümet, başbakan ve bakanlardan değil, liderden oluşuyor.

Anamuhalefet, demokratik ve laik hukuk devleti için yok; milletvekillerini parlamento dışı bırakmak, meşruiyetini kaybeden AKP’yi yaşatmak için var.

Tarafsız cumhurbaşkanı yok; partili cumhurbaşkanı var.

Parlamentodan nasıl karar çıkacağını, yürütmenin ne yapacağını, yargının nasıl karar vereceğini cumhurbaşkanı belirliyor.

Hak, özgürlük ve eşitlik, toplum için yok; gericiler ve sermaye ile onların siyasi maşaları için var.

Hukuk kendi kafalarında çizdikleri siyaset yönetimi için yok; işçilere, emekçilere, halka baskı için var.

Hukuku çifte standart uygularken, çifte hukuka geçmeyi de ihmal etmiyorlar.  Mahkemeler yerine arabuluculuk uygulamasını getirdiler; pozitif hukuk belgeleri yerine de fetvaları… İmamların ve sair din adamlarının da arabulucu olması yakın.

Bu seçme saptamaların ve daha birçoklarının hepsini, düzen siyasetçilerinin beyanlarında bulmak olanaklı. Düzenin fiili durumu ortada; biz yeni bir şey söylemiyoruz, siyasilerin söylediklerini tekrarlıyoruz.

Halk tarafından söylendiği ya da yapıldığı zaman suç sayılanlar, düzen siyaseti tarafından yapıldığı zaman meşru gösteriliyor. Halk yaparsa hukuka aykırı sayılıyor, kendileri yaparsa meşru… Halk yaparsa devlete karşı suç sayılıyor, kendileri yaparsa meşru…

Muhalefet de gözlerini yumup vazifesini yapıyor; acizliğini gizlemek için aynı sözlerin etrafında dolanıp duruyor.

Düzen içi siyaset, siyasetin hep içinde olan cumhurbaşkanının konuşmalarıyla, yüzeysel konuların polemikleriyle geçiyor. Yaygın medya için artık “gerçeğin haberi” yok; siyasi polemiklerin, “dedi ki, demiş ki”lerin haberi var. Hem gerçekler hem de siyasetin temel başlıkları perdeleniyor.

Siyaset, sorunlara çözüm için değil, sözde çözüm için sorun üretme peşinde.

“Cumhuriyet” ve “laikliği” ve de aydınlanmacılığı; insanlık tarihinin kazanımlarını, emekçilerin haklarını, kamusallığı tarihin derinliklerine itme peşindeler.

Fiili durum yaratarak, düzenlerini ona göre şekillendirecek, anayasa ve hukuklarını ona göre yazacaklar. Yazma ihtiyacı da duymuyorlar zaten.

Fiili durum yaratılarak, cebren “anayasayı ihlal suçu”, “yasama organına karşı suç”, “savaş suçu”, “ayrımcılık suçu” işleniyor; “insanlığa karşı işlenen suçlar” fersah fersah artıyor. Köleleştirme, dinsellik perdesinin ve peçesinin altında yaygınlaştırılıyor. 

Egemen siyasetin sınıf temelli fiili durumuna, aynı sınıfsal parlamentoyla, aynı sınıfsal hukuk ve yargıyla; acizleştirilmiş ve teslim alınmış siyasi parti, sendika, dernek ve meslek kuruluşlarıyla; gericiliğin karanlık yüzleriyle dur denilemeyeceği artık ayan beyan ortada.

“Haziran Direnişi”nden bu yana üç yıl geçti. Egemen siyaset, işçilere, emekçilere, aydınlanmacılara, eşitlik ve özgürlük diyalektiğini savunanlara, toplumsal adalet isteyenlere karşı, halka karşı siyasetini istediği gibi şekillendirip uyguluyor.

Adına “fiili durum” dedikleri hukuksuzluk ve suç zinciri büyüdükçe büyüyor.

Anayasal denetim kurumları suskun, toplumsal denetim yolları karartılmış…

Gerçek suçlu aranıyor ama ortada halktan başka suçlu yok.

Kim suçlu? Fiili durum yaratarak anayasal düzene uymayanlar mı, bu fiili duruma göz yumanlar mı; devleti ve yetkili organları anayasal düzene ve hukuka uymaya çağırıp, sorumluları ve düzeni sorgulayanlar mı?

Sermayenin ve gericiliğin siyasal temsilcilerinin, kendi anayasalarına ve hukuklarına karşın yarattığı, düzen içi muhalefetin de beslediği fiili duruma, “fiili durum”la yanıt verme en meşru “direnme hakkı”dır, en haklı “insanlık” mücadelesidir.

Bu mücadele, sermaye düzeninin saltanatının sürmeye devam edeceği, gericiliğin törpülenmiş gözükeceği AKP’siz Türkiye’yi değil; sermaye düzeninin ve gericiliğin tüm safralarıyla tarihin derinliklerine gönderildiği Türkiye’yi işaret eder.