Doğan Öz’süz 40 yıl: Hukuksuzluk çizmesiyle tepinmek

Doğan Öz, 24 Mart 1978 günü arabasının içinde vurularak katledildi. Bir yargı mensubunda, bir aydınlanmacıda, bir eş ve babada, gerçek adalete, insanlığa ve ilerlemeye kendini adayan bir şair insanda bulunması gereken değerlere sıkılan faşist çete kurşunlarıydı onu aramızdan ayıran. 

40 yıl geçti. Türkiye hâlâ gericiliğin, karanlığın, islami faşizmin, sermayenin sömürü saldırısı ve şiddeti altında yaşamaya devam ediyor. Kurşunların yanına silaha dönüştürülen hukuk ve yargı eklendi.

Pozitif hukuk kuralları sözcük dizileriyle durağan ve masumdur; uygulamayla, yorumla ve denetim yöntemiyle canlanırlar. Canlanma, insanı, toplumu ve yaşamı esas alarak ilerlemeci de olur, gericiliğin ağında çırpınan biçare de…

Hukuksuzluk derken kurallara uymamaktan, hukuk ihmal ve ihlallerinden, belirsizlikten, dinselin de içine girdiği “çok hukukluluk”tan söz edilir genellikle. Bir de bakarız “tahkim”, “hakem” ya da “uzlaşmacı”, güncel olarak da “arabulucu” devreye girer; adalet kapalı kapılar ardında aranmaya başlar. Bunların yöreseldeki karşılığı olan “töre”, “örf” ve “adet” de “bizi unutmayın, biz de varız hukukun yerine” demeye başlar.

“Hukuk da yargı da biziz” diyen siyasi iktidar hiç boş geçmez. Kafasına koyduğunu keyfine göre kelam edip hukuk yapar, istediğini de yargı mensubu…

Kanıksatılan, rıza gösterilen bir hukuksuzluk hukuku vardır artık. OHAL KHK’leri kanıksanır, her şeyiyle yasalaşması kanıksanır; kamusalı özele peşkeş çeken yasalar, sermayeye sınırsız teşvik, emekçilerin haklarının ellerinden alınması, seçimle ilgili tüm hilelerin yasaya yazılması, dinsel davranışların hukuka girmesi kanıksanır… Hepsinin üstüne yargının hukuk olmayan kuralları hukuk yapan desteği de bindirildi mi, kanıksama ile meşrulaştırma buluşuverir.

Ne bu hukuk ne de bu yargı Doğan Öz’ün hukuku ve yargısıdır. Kurşunların bir başka nedeni de böylece ortaya çıkar. 

Egemen sınıf çıkarları krize doğru büküldükçe ve iç çelişkileri keskinleştikçe, iktidar tarafından yaratılan çıkarlar farklılaştıkça, asıl olarak da emekçiler üzerindeki baskı ve şiddet arttıkça hukukun, sınıfsallığı uğruna hukuksuzluğu içine çekmesi, bu bütünün parçası olan yargının da kılıktan kılığa girmesi kaçınılmaz.

Elbette, hak mücadeleleri yanında devrimlerle ortaya çıkan somut durum ve ilerlemelerin de etkisiyle hukuk evrensel diye tanımlayabileceğimiz ilkelere kavuştu. Hem ulusal hem de uluslararası düzeyde kat edilenler yabana atılamaz. Ama sonuçta ne ad takılırsa takılsın hukuk ve yargı, mücadelelerle geldiği yeri inkar ederek boyun eğmeye başladığı zaman, sınıfının tüm saldırganlığı ve vahşiliği içinde oradan oraya savrulması kaçınılmaz.

Anayasa’nın askıya alındığı yerde yasaların ve diğer hukuk metinlerinin hukuk devleti ilkelerine uygun çıkarılması ve uygulanmasından söz edilemeyeceği gibi Anayasa ve yasalara bağlı olarak karar vermek zorunda olan yargının da -hele hele bir de çok yönlü baskı, tehdit, kıyım ve satış altındaysa- hukuk devletinin yargısı olmasından söz edilmez.

Son seçim yasası değişikliklerinin yolunu anayasal kurum olan YSK, son yargıç ve savcı atamalarının yolunu anayasal kurum olan HSK açmadı mı?

Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru müessesesini yerleştirerek İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin yükünü azaltan ve hakları içerde -kendince- savunucu role soyunan AKP’nin, işine gelmeyen bireysel başvuru kararları karşısında hırçınlaşması; yerel mahkemelerin bireysel başvuru kararlarını tanımaması; mahkemelerin OHAL’de kendi kendilerini görevsiz ve yetkisiz ilan etmesi… daha nice örnekler artık krizi bile değil çaresizlik içinde batağı gösteriyor.

Doğan Öz’ün katillerini cezalandıramayan yargıyla birlikte devletin ve hukukun, nihayet “Cumhuriyet”in geldiği yer burası.

Yaratıcıları öylesine bataktalar ki “islami faşizme” kavuşup kavuşmayacaklarından bile emin değiller. Öylesine bataktalar ki yıkmaya devam ettikçe yıkamadıklarının daha çok olduğunu görüp panikliyorlar.

Panik-saldırı-panik-saldırı zincirini emekçi halkın beline dolamaya kalkıp dolayamadıkça kendi varlıklarının nedeni olan Anayasa’yı çiğnemek, kendi varlıklarının sürdürücüsü olan Anayasa Mahkemesi’ni tu kaka etmek hiç de zor olmuyor.

Anayasa’da “mahkemelerin bağımsızlığı” ve “yargıçlık ve savcılık teminatı” esaslarına bağlanan yargı mensupları artık “devletin güdümlü memuru” halinden de uzaklaştırıldılar, “AKP’li” kimlikleriyle tanımlanmaya başladılar.

Hukuksuzluk çizmesiyle tepinmenin dar açılımı halkın hukuksal güvenliğini ve hak arama özgürlüğünü varmış gibi gösterip kullanılabilir ve sonuç alınabilir olmaktan çıkarmak; geniş açılımı ise tüm müdahale ve mücadele araçlarını elinden almaktır. “Hakkını arama, mücadele etme” tehdididir yapılan. Devamı: “seçim var, şükret daha ne istiyorsun”dur.

Hukuk ve yargı tartışması, emekçi halkın, haksızlığa uğrayanların, ezilenlerin üzerinde tepinmenin sahnelerinden biri yalnızca. Kapitalizmin sömürülenler üzerinde tepindiği daha ne araçlar ve yöntemler var; şimdi de seçim yasalarıyla tepiniyor.

Çifte hukukluluktan hukuksuzluğa, yargısız infazlardan yargının infazına… Hangisi işine geliyorsa onu seçen bir iktidar söz konusu. Sorgulayıcılık değil uyumlaştırıcılık esas.

Doğan Öz, devlet güvenlik mahkemelerine, idam cezasına, yolsuzluklara, siyasi işlevi açık milliyetçi siyasete ve ülkü ocaklarına, Komünizmle Mücadele Derneği’ne, kontrgerillaya, Batı’nın istihbarat örgütlerine, emperyalizmin oyunlarına karşı duran hukuk ve yargı inancıyla mücadele içinde geçirdi kısa yaşamını.

Ne yazık ki bugün “Doğan Öz”lerin hukuk, yargı ve adalet anlayışının değil, onların katillerini cezalandıramayan hukukun ve yargının devamını görüyoruz. Ne yazık ki, hukuku ve yargıyı bu hale getiren düzen liberalizmden aldığı destekle “Doğan Öz”lerin gerçek yerini, gerçek amaç ve işlevini unutturmak için ne gerekiyorsa yapıyor.

Ama başaramayacaklar. Çünkü biz, “mücadele her türlü haksızlık ve hukuksuzluk kulvarında, yargı dahil her alanda sürdürülmeli ama seçeneksiz olmamalı, eşzamanlı olarak bütünsel ve sınıfsal olmalı” derken kapitalist emperyalist sömürü düzenine, gericiliğe karşı mücadeleden söz ediyoruz, sosyalizmin neler getireceğinden söz ediyoruz.

Doğan Öz, özünde taşıdığı insanlık, aydınlanma ve adaletin ancak sömürüsüz bir dünyada gerçekleşeceğine inandığı için, “Onurlu bir savaş sürer yurtta/Tutsaklığı onursuzluğu yok etmeye yönelen” dediği için katledilişinden 40 yıl sonra da mücadelesi ve kararlılığıyla yol göstermeye devam ediyor.*

*Doğan Öz’ü, Hukukta Sol Tavır Derneği olarak düzenlediğimiz toplantıda, Avukat Deniz Aksoy, Avukat Mustafa Karadağ ve Araştırma Görevlisi Ceren Tuğlu Olpak’la birlikte 23 Mart Cuma akşamı saat 18.30’da ABEM’de (Ankara Barosu Eğitim Merkezi, Sıhhıye/Ankara) anacağız ve “Doğan Öz’den günümüze yargı halleri”ni tartışacağız.