Dış kapının mandalı

Cumhurbaşkanı, “ Bize düşen iş adamlarının önünü açmak, bu konuda pratik olmalıyız. Mevzuat amcaya takılmayalım” deyince, yazı başlığı kendiliğinden geldi.
Yanlış anlaşılmasın; mevzuatın, yani pozitif hukukun uzak akraba olarak önemsiz ve değersiz gösterilmesinden söz ediyoruz.
İlk akla gelen de kimi mevzuatın çok yakın, kimi mevzuatın uzak sayılması. Yakınlar baba, uzaklar amca…

Örneğin cumhurbaşkanına hakaret davalarında ya da akademisyenler bildirisinde ceza hukukunun uygulanması, sokağa çıkma yasaklarında idare hukukunun uygulanması, basın ve yayın haberciliğinde tutuklamalara gidilmesi, grev ertelemelerinde bakanlar kurulu yetkisi, işten atmalarda çalışma hukukunun uygulanması gibi tercihler, mevzuatı yakın mı yakın yapıyor.

Örneğin, siyasal yönetim lehine yapılan toplantı ve gösteri yürüyüşleri hak sayılıyor; aleyhine yapılanlar yasağa giriyor.

Örneğin, Anayasa, 7 Haziran seçimlerinin yenilenmesinde hemen uygulamaya sokuluyor; anti laik uygulamalara gelince yok sayılıyor.

Bu, “amca” olan mevzuat da tıpkı “baba” olan mevzuat gibi aynı parlamentodan ve aynı çoğunluktan çıkıyor.  

Yazı başlığı gibi kendiliğinden gelen bir başka konu, eski başbakanlardan Mesut Yılmaz’ın Yüce Divan yargılaması oldu.

Eski bakanlardan Güneş Taner’le birlikte, Türk Ticaret Bankası ihalesine fesat karıştırmak iddiasıyla 2004 yılında açılan davada, kamuoyunda bilinenin tersine sanıklar beraat etmedi. Eylemin, ihaleye fesat karıştırma değil, önceki Ceza Kanunu’nun 240. maddesine göre görevi kötüye kullanma suçu oluşturduğuna, ancak “davanın kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine” karar verildi (23.6.2006).

Kararın konumuzla ilgili bölümüne bakarsak, Yüce Divan: “Kamu faaliyetlerinin gerek eşitlik, gerek liyakatlilik açısından adalet ilkelerine uygun yürütüldüğü hususunda toplumda hakim olan güvenin, inancın sarsılmaması gerekir” diyor ve şöyle devam ediyor:        

“Devlet idareciliği, siyasi kişiliğin önünde tutulması gereken bir niteliktir. Bir başbakan veya bakanın herhangi bir ihalenin aşamalarındaki ilişkilerinde ölçü, özel sektörün pazar ekonomisine bakışı yaklaşımı dışında, kaynağını hukuktan alan organlar aracılığı ile yapılmasını ve kabul edilebilir sınırların aşınmasına sebep olacak özel sohbet ya da yakınlaşmalar ya da devleti birey ilişkisi bazına indiren değerlendirmelerden uzak tutacak ciddiyet ve mesafenin korunmasına özen gösterilmesini gerekli kılar.”

“Bir başbakanın hukuksal yolları kullanması gerekir iken, ihaleye katılacak kişiler ile ihaleye saatler kala gece yarısı başbakanlık konutunda ihale konusunda görüşmesi ya da ihaleye katılacak kişiyi muhtemel olumsuzluklar konusunda uyarma amaçlı olsa dahi aracı kişiler marifeti ile mesaj gönderip bilgilendirilmesinin istenmesi şeklindeki sanık eylemi, devlet görevinde kastı aşan bir yaklaşımdır, görev gerekleri ile bağdaştığı söylenemez.”

Sözü uzatmaya gerek yok. Yüce Divan söyleyeceğini söylemiş, “özel sektörün pazar ekonomisine bakışı yaklaşımı”nı da ihmal etmemiş.

Hukuk, iş adamlarının önünü açmada dış kapının mandalı; emekçilerin önünü kapamada ise sımsıkı sarılıp uygulanacak aygıt.

Başbakan, “hukuka saygılıyız” diyor, cumhurbaşkanının da “hukuka saygılıyız” sözlerini kullandığı arşivlerde duruyor. Hukuka saygılıyız diyenlerin, siyasetlerinin gereği olarak hukuk tanımazlıkları, uygulanmayan yargı kararları ve “mevzuat amcaya takılmayalım”  sözcükleri de arşivlerde duruyor.

“Mevcut Anayasa, ıslahı mümkün olmayan bir yapıda”ymış ve yeni anayasa “çift başlılıktan kurtulmak” için gerekliymiş.

Bu masallara bizi inandıramadılar; siyasal iktidarla yeni anayasa masasına oturanlar inanıyor.

“İş adamlarının önünü açmak” için “her şey sermayeye” diyen hukuk sistemine bile tahammül edilemeyen bir yere gelindiyse eğer dış kapıda mandal da kalmamıştır.

Düzenin siyasal iktidarları, düzenin hukukuyla yıkılamaz ama düzenin muhalefetinin desteğiyle pekala yaşar.