'Dirilen ruhu öldüremezler'*

 

Hukuk konusunda bilindik tüm birikimler farklılaştı, keyfileşti. Öyle, biçim ve ilkeleri olan bir yasama ve hukuklaştırma, hukuku tanıyan devlet, biçim ve ilkeleri olan hak arama ve yargılama yok artık. 

OHAL döneminin sözde hukuku, Anayasa yapma ilkelerinden sapmalar, halkoylaması ve seçimin hukukla yaşattığı adaletsizlikler, yasamanın ve yargının denetimsizliği, sermaye yanlısı tercih ve uygulamalar, çifte standartlar… Hepsi klasik burjuva ilkelerinden nasıl uzaklaşıldığının kanıtları ve hepsi -12 Eylül darbesi ve devamından devraldıklarıyla birlikte- AKP’nin kurnaz politikaları.

Şirket usulü -aslında serbest- yönetimi devlete ve hukuka monte etmeyi başaran kurnazlık, parlamentoyu ve yargıyı yedek oyuncu olarak tutarak ihtiyacı olduğu zaman devreye sokup sonra tekrar yedek kulübesine göndermede de maharetli. 

Tüm bankacılık ve çalışma hukukunu yok sayan Kalkınma Bankası yasası için görev üstlenen yasama ile Papaz Brunson davasını milimetrik hesapla sonuçlandıran yargı, yalnızca bu örneklerle bile takdiri hak ettiler.

Anayasal deyişle artık “demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti”ne değil, anti-demokratik, anti-laik, baskıcı, çıkarcı ve hukuk dışı davranışlara hizmet eden; haklar için mücadele etmek yerine hak kayıplarına ve istismarlara varlığıyla destek veren bir “muhalefet” de bu tabloyu tamamlıyor. Yaptıklarına ya da yapmadıklarına bakmaya, onları sıralamaya, bu sıralamadan yarar ya da zarar listesi çıkarmak için uğraşmaya gerek var mı? 

Bataklığın ve krizin içinde yaşamaya mahkum edilen emekçi halk her gün boğulurcasına nefessiz.  Susturarak, borçlandırarak, haklarını yiyerek, işsiz bırakarak yaşatmaya razı ettikleri emekçiler üzerine basıp nefes almaya kalkan sermaye ise hem ağlıyor hem palazlanıyor.

Piyasa trafiğe kapalı alanda sürekli gaza basıyor, emekçilere her alan yasak, her hareket fren. Yaşama ve çalışma alanları her geçen gün daraltılıyor, her daraltılan alan sermayeye aktarılıyor. Emperyalistler ağzını açmış bekliyor. Ne IMF, ne McKinsey, hiç gitmediler ki… 

Sömürenlerin ve siyasi iktidarın, fırsatçılıklarıyla ve kurnazlıklarıyla dolu, yozlaşma ve çürümeyle yoğrulmuş, dinsel gericilikle pişirilmiş yığın, teorinin sıraladığı koşulların hepsini kapsamıyor görünse de faşizmi işaret ediyor.

Sömürünün hukuku içinde “eşit hak” var, “özgürlük” var demenin kapısı eşitsizliğe ve adaletsizliğe açılır, yalnızca sermaye sınıfının özgürlüğünü vurgular. Bugün yaşananların hepsi kapitalizmin kaçınılmaz sonucu.

Çıkarcı, yağmacı ve saldırgan, bir avuç ama vantuzlama hırsı yüksek yığının karşısında çeşitli alanlara, işyerlerine, fabrikalara dağılmış emekçilerin mücadeleleri, direnişleri var. 

Tarihi yazan sınıfsal mücadele ile sömürenlerin ve ezenlerin ihtiyaç yığını karşı karşıya. İkinciler iktidarda, devlet ve hukuk gücü ikincilerin elinde, muhalefetin de içinde bulunduğu düzen onların hakimiyetinde. 

Birincilerse, ikincilerin meşruluğu olmayan güçleri ve ihtiyaç yığını karşısında, işçi sınıfının ve tarihsel maddeci toplum bilimi ile devlet ve hukuk kuramının biriktirdikleriyle haklı ve meşru mücadelelerini veriyorlar, direniyorlar ve birikimlerine deney ve güç katıyorlar.

Yalnızca patronlar ve iktidar değil, düzen için söz söylemeyenler, “düzen sürsün ama…” diyenler; adaletsizliğin ve eşitsizliğin kurallarının farklı sınıflara, farklı insanlara eşitlik diye uygulanmasını “üstün hukuk” diye kabul edip hukuk baskısına göz yumanlar da mücadelenin hedefinde. Düzen mücadelenin hedefinde.

Direnişlerin küçük adalarda görünmesi, mücadelelerin zayıflığı anlamına gelmez. Sömürücülerin istedikleri gibi hareket etmelerine izin vermemek, direnmek ve direnilebileceğini göstermek, mücadeleleri artırmak ve buluşturmak, birlikte ortaklaşa hareket edebilme yollarını aramak ve açmak, sorgulayabilme ve yargılayabilme inançlarını geliştirmek, örgütlenebilmek ve sürekli mücadele yeteneğini kazanmak, işçi sınıfı için değiştirebilmek… Bunların hepsini ve daha birçoğunu kanıtladı işçi direnişleri.

Hukukçu/Akademisyen Ceren Tuğlu Olpak’ın da Dijital soL Derginin 31. sayısındaki “Sınıf mücadelesinin bir parçası olarak direnme hakkı ve işçi direnişleri” başlıklı yazısında vurguladığı gibi, irili ufaklı direnişlerde işçiler baskılara boyun eğmiyor. Direnen işçilerin “ belki önemli bir kısmı direnme hakkını ne duydu ne de okudu ama ne olduğunu biliyorlar. Sınıf mücadelesinin adımlarından biri olan işyeri direnişlerini, sınıf siyasetinin öncüleriyle kol kola örüyorlar. Ve her yeni direnişte örgütlülüğün, mücadelenin önemini bir kez daha kavrıyorlar. Bu kavrayış aynı zamanda yıllardır burjuva hukukçuları tarafından teoriye hapsedilen ‘direnme hakkı’na da yeni bir içerik kazandırıyor. Sınıf siyasetinin araçlarından yalnızca biri olarak direnme hakkı kavramının içi işçilerce yeniden dolduruluyor.” 

Mücadele kimi zaman hukuksal araçlarla ve yargısal hak arama yollarıyla kimi zaman yaratıcı eylem ve direnişlerle sürer. Nasıl yapılırsa yapılsın, öne ne çıkarsa çıksın özü aynı ve bütünsel. Bu bütünsellik farklı alanlardaki mücadele ve direnişlerin de örgütlü buluşma ağını kurarak** işçi sınıfının “hazır bir devlet mekanizmasını” kullanmakla yetinemeyeceğini tanıtlayarak dirildikçe dirilir. Dirilen ruh öldürülemez.


*Maksim Gorki, Ana, Sosyal Yayınları, 1979. Okumayanlar okusun, okuyanlar bir kez daha okusun.

**Türkiye Komünist Partisi’nin çağrısıyla kurulan “Haberleşme, Mücadele ve Dayanışma ağı” adresleri:

e-posta: [email protected]

Site:  www.patronlarinensesindeyiz.org

Tel: 0 541 9400514

Facebook:  patronlarinensesindeyiz

Twitter: pensendeyiz