Cumhurbaşkanlığı seçimine başka gözle bakamamak

Görevdeki Cumhurbaşkanının süresinin 7 yıl olduğuna ilişkin yasa kuralını Anayasa’ya uygun gören, ikinci kez seçilme hakkının bulunmadığına ilişkin kuralı ise iptal eden (15.6.2012 günlü) Anayasa Mahkemesi kararından sonra, tartışma ve değerlendirmeler, hukuksal olarak, kararın anayasal yönden çelişkileri, siyasal olarak da AKP ve Gül-Erdoğan üzerine kurulmuştur. Ortaya çıkan ortak nokta, kararın ağırlıklı olarak AKP merkezli siyasete oturtularak okunmasıdır.

Anayasa Mahkemesi kararından sonra, “Gül mü, Erdoğan mı tartışması ötelenmiş, her ikisi de rahatlamıştır”, “siyasi kriz AKP yönünden ötelenmiştir”, “AKP başkanlık senaryoları için zaman kazanmıştır”, “AKP rahatlamıştır”, “okyanus ötesi rahatlamıştır”, “siyasi istikrar” gibi saptamalarla okunan kararın asıl gösterdiği, AKP’nin dünyasının ve AKP’li dünyanın baskınlığıdır. Bu baskınlık, AKP dışında başka dünyaların varlığının da unutulmasına/unutturulmasına katkı yapmaktadır.

Kararla, Erdoğan ve AKP’ye zaman, Gül’e, -367 krizinin ve cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından- zaman ve ikinci kez seçilebilme beklentisi verilirken, aslında bu konunun tüm süreçlerinde iplerin AKP’nin elinde olduğu unutulmamalıdır.

- Anayasa Mahkemesi’nin, 2007’de TBMM’de yapılan Cumhurbaşkanı seçimine ilişkin “367 kararı”nı krize çeviren,
- Cumhurbaşkanının halk tarafından seçimine ilişkin 2007 Anayasa değişikliğini yapan,
- Bu seçime ilişkin geçici düzenlemeleri, diğer deyişle kendi koyduğu kuralları, yine 2007’de kaldıran,
- Halk tarafından seçilmesini istediği Cumhurbaşkanını, Meclise seçtiren,
- Meclis tarafından seçilen Cumhurbaşkanı için Anayasa’da geçici düzenleme yapmayan,
- Cumhurbaşkanının 5 yıllık süresi dolmaya yakın, Cumhurbaşkanlığı Seçim Yasası’nı çıkaran,
- Anayasa’da yapması gereken, süre ve iki kez seçilmeye ilişkin geçiş kurallarını yasayla yapan,
AKP’dir.

Anayasa’ya yasayla yapılan el atmayı inceleyerek karar veren “yeni Anayasa Mahkemesi” de AKP’nin 2010 Anayasa değişikliğinden sonra ve istediği şekilde oluşmuştur. Mahkeme’nin, verdiği kararı edebî değerlendirmeler yaparak gerekçelendireceğinden de kuşku bulunmamaktadır.
Anayasa Mahkemesi kararı ve gelinen süreç, kim tarafından nasıl okunursa okunsun, nasıl tartışılırsa tartışılsın, sonuçta parasal ve dinsel desteği karşılıklı kullanan, sermayenin sınırsız baskısı için yolları temizleyen siyasal iktidarın egemenliğinin sorunsuz devamı söz konusudur. Tartışmanın üzerine oturtulduğu siyaset ve hukuk, aslında tartışmanın yaratıcısıdır. Anayasa değişikliğiyle ortaya konulan, bir başka Anayasa değişikliğiyle “sos”lanan yemek üzerinde, aynı siyasetin oluşturduğu Mahkeme tarafından verilen karar ve aynı Anayasa esas alınarak “hukuksal-siyasal” tartışma yapılmaktadır. Kararla, “pozitif hukuk kurallarının katledilmesi” görüşü doğrudur. AKP’nin kendi koyduğu kurallara dahi uymadığı ve çıkarı için hukukla sürekli oynadığı da doğrudur. Ancak gerçek, hukukun yerleşik ilkelerinin ve asıl olarak da toplumun yaşam tarzının katledilmiş olmasıdır. Orman çalılığa dönüştürülmüş iken, çalılar üzerinde, orman varmış gibi değerlendirmeler yapmak, olsa olsa çalılığı yaşatır da ormanı geri getirmez.

Tartışma ve değerlendirmeler, sistemin “kısır döngüsü” içinde sürdükçe, kısır döngüyü yaratanların memnuniyetleri de sürüp gidecektir. Onlar, kendi iç çelişkilerini giderecek yolları da aynı memnuniyet ve rahatlık içinde bulacaklardır. Sahada oynayan takımlar, forma renkleri farklı olsa da aynı kulübün oyuncularıdır. Seyirciye bir takımı tutmaktan başka seçenek olmadığı dayatılmaktadır. Hoş, artık statların, tahsisli ve taşımalı doldurulmalarıyla, başka seçenek bile bırakılmamaya başlanmıştır.

Oyun, egemen yönetim tarzının alanı ve senaryosu içinde oynandıkça, bir başka dünyanın varlığını anımsamanın ve anımsatmanın gerekliliği de önem kazanmaktadır. Anımsama ve anımsatma yetmez, başka dünyanın düşünülmesi ve başka dünya için emek harcanması gerekir. Yalnızca Cumhurbaşkanı seçimi konusunda 2007 yılından bu yana yaşananlar göstermektedir ki, bu seçimin, başta Anayasa olmak üzere, hukuku da, uygulaması da değişkendir. 2014’e kadar neyin nasıl değişeceği de meçhuldür. Kaldı ki AKP, kurum ve kurallarla, olaya, zamana ve mekana göre oynamayı her alanda yapmakta, bunda da sıkıntı yaşamamaktadır. Sorun, değişmezlikte değil, değişimin, egemenin keyfiliğinde yapılmasında kimilerinin de bu değişimin rüzgarında savrulup gitmesindedir.

Çözüm, “Gül-Erdoğan-Gülen” üçgeni ya da AKP/Koalisyon havuzunda oynanan ve toplumu sermayeye hizmetten öteye taşımayan oyunda figüran olmak yerine, o oyundan kurtulma ve toplumsal gerçek için savaşma iradesindedir.

Pablo Neruda’nın “Ağır Ölüm”ünde dediği gibi (Çeviri: İsmail Aksoy, Dr. Serdar Koç’a teşekkür…), “yaşıyor olmak yalnızca nefes alıp vermekten çok daha büyük bir çabayı gerektirir”.