Çeşit çeşit bağımlılık, sömürü ve darbe

Bağımlılık kavramı bir beyin hastalığı olarak, çok disiplinli iyileştirme ama bireysel olma özellikleriyle, madde bağımlılığı ve davranışsal bağımlılık ayrımından başlayarak türlü türlü dallara ayrılıyor.   

Bağımsızlığın karşıtı olarak değerlendirildiğinde anlamı daha da derinleşiyor bağımlılığın; tutsaklıkla, özgürlük yoksunluğuyla anlatmaya başlıyoruz bu sefer.

Önemli bir başlık da bağımlılığı bireysellikten ayırıp toplumsallaştırmak ve de ekonomiyle, siyasetle, kültürle, yaşam tarzıyla ilişkilendirmek. Soyağacı öyle dallanıp budaklanıyor ki bireyden kitleye ve örgüte, ulustan uluslararasına kadar yayılıp gidiyor. 

Bağımsızlık ya da özgürlük kavramları nokta koymaya yetmiyor bağımlılık için.

Eşitsizliğin, adaletsizliğin, eziyetin, zulmün, baskı ve şiddetin, her türlü sağlıksızlığın yaşandığı; yolsuzluğun, hırsızlığın, talanın, tacizin, tecavüzün, doğa ve insan katliamlarının olağanlaştığı bir toplumda nasıl tanımlanıp çeşitlendirilecek bağımlılık?

Akıl tutsaksa başka akıllara, akıl teslim olmuşsa dinsel davranışlara ve gericiliğe nasıl bağımsızlık olacak?

Dahası insan insanı sömürüyorsa, sermaye sınıfı işçi sınıfını sömürüyorsa nasıl bir iyileştirmeyle hangi tür bağımlılıktan kurtulma sağlanacak?

Bu, konunun özüne göre kısa ve eksik, köşe yazısına göre uzun girişle bağımlılık kavramına biraz daha dalarsak çeşit çeşit bağımlılığın yalnız bireyin değil toplumun da damarlarına -meşruluğu olmadığı halde meşrulaştırılmış yöntemlerle- nasıl şırınga edildiğini hemen yakalarız. 

Özel bir önem yüklemeden sıralamaya başladığımız zaman konunun daha da vahim olduğunu görmemek elde değil. 

Örneklersek, sigara, alkol, uyuşturucu, kumar, oyunlar, eşyalar, internet, televizyon, diziler, futbol, sosyal medya… İhtiyaç ve eğlence olarak ne kadar gerekliler, ne kadar vazgeçilebilirler? Ya da bağımlılık kalıbına girmeden nasıl yararlı kullanılabilirler? 

Yaşama ne kadar hakim olup olmadıkları bireysel ve sübjektif olarak farklılaşacağı ileri sürülecek bağımlılık türlerinden toplumsallığa doğru ilerlersek ilk başlık olarak bireysel ve sübjektif bağımlılık türlerinin toplumsal yaşamı nasıl ve ne kadar etkilediğine ulaşırız.

Soru şöyle biçimlenebilir: Bireyin aklı ve bu aklın farklı bağımlılıklarla birlikte aldığı durumun ortak akla etkisi olmayacak mıdır? 

Soruyu burada tutarak ama unutmayarak ortak akıl başlıklarından ilerlersek, bağımlığı bireysellikten ortaklığa/kitleselliğe taşımamız gerekecek. 

Siyasi faaliyet ve siyasal partiler, seçimler, ulusal ve uluslararası politikalar, üretim araçlarının mülkiyeti, sözleşme ve girişim özgürlüğü, dernek ve vakıf türü örgütlenmeler, sendikalar ve meslek kuruluşları, devlet ve örgütlenmesi, yasama ve temsiliyet, hukuk ve üstünlüğü, yargı ve adalet… 

Toplumsallığın gereği için bulunmuş kural ve kurumların tümü sınıfsal analize tabi tutulmadan kayıtsız ve koşulsuz kabul görüyorsa, bağımlılık da her türüyle kayıtsız ve koşulsuz kabul görüyor demektir. 

Muhalefet etmek, hata ve zaafları görmek, kimi durumların ve olayların ipliğini pazara çıkarmak, sapmaları düzeltmeye ve çürümeleri onarmaya kalkışmak, olağandışılıktan olağana geçmek, anormali normale çevirmek, düzen içinde farklı politikalar üretmek bu kayıtsız ve koşulsuzluğu törpüler gibi gözükür ancak. Buradaki bağımlılık “düzen bağımlılığı”dır çünkü…

Ve bütünsel olarak bakılıp analiz edildiğinde görülecektir ki bireysel madde ve davranış bağımlılığıyla kapitalist düzen bağımlılığı arasında sıkı bir ilişki vardır. Ağ gibi örülmüşlerdir, iç içedirler. 

Emperyalizme karşı ulusal bağımsızlığı savunup kapitalist düzene toz kondurmayanlar da bu iç içelik yüzünden yanılgıya düşerler. 

AKP iktidarındaki, dinsel politikalarla uyuşmadığı için mücadele edildiği izlenimi veren kimi bağımlılıklar da aynı yanılgıyı verir. Burada varmış gibi gösterilen çelişki sermaye yönünden yoktur zaten. 

Dinselliğin toplumu uyutması ve sınıflı toplumda yaşamaya rıza gösterilmesi bağımlılıklarıyla sömürü düzeni arasında neden çelişki olsun ki? 

Sermaye sınıfı yaşamaya devam etikçe sömürü devam edecek. Bağımlılık sınıfsal olarak okunmadıkça da sömürü düzeninin vazgeçilmezi olacak.

Evet, ailenin, özel mülkiyetin, devletin, siyasetin ve toplumsallığın kökeniyle ilgili konular ve sorunlar yerinde durmuyor. Sömürünün araç, yöntem ve ilişkileri de sürekli değişiyor ama sınıflı toplum sürdükçe sömürü sürüyor ve azgınlaşıyor. 

Çeşit çeşit bağımlılıktan bireysel iyileşmeler yoluyla kurtulmak ne kadar olanaklı olursa olsun kapitalizmin bağımlılıklar zincirinden kurtulmak olanaklı olmuyor. 

En iflah olmaz bağımlı kapitalizmin kendisi zaten. Paraya, silaha, savaşa, darbeye, dine bağımlı; hırsızlığa, talana, cinayetlere, taciz ve tecavüzlere bağımlı; özel mülkiyete, emek gücüne ve her türlü sömürüye bağımlı.     

Kapitalizm sömürü düzenindeki kararlılığından daha kararlı olunacak mücadele, işçi sınıfının “Biz Hazırız” dediği örgütlü mücadelesi. Bu mücadele zafere ulaştığında, işte o zaman doğa ve emekçi insanın ürettikleri bağımlılık ve sömürü aracı olmaktan çıkacak. Sıkıştığında emekçinin haklarını gasp eden, kamusal kaynakları talan eden, kan akıtmaktan kaçınmayan, OHAL’lere ve 12 Eylül türü darbe bağımlılığına ihtiyaç duyan sermaye sınıfı da yıkılıp gidecek.