Boz yap boz

Ali Rıza Aydın'ın “Boz yap boz” başlıklı yazısı 28 Şubat 2013 Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

AKP, yeni sömürü düzeninin 12 Eylül darbesi ile dayattığı Anayasa’ya ve seçim sistemine dayanarak 10 yılı aşkın iktidarda. Egemen sınıfın isteklerini layıkıyla yerine getiriyor. Elinden geleni ardına koymuyor. Devraldığı mirası büyüttükçe büyütüyor.

Devletin tüm baskı aygıtlarını kullanıyor. Polisi, hukuku, yargıyı toplumun üzerine bir ağ gibi örtüyor. İdeolojik araçları da ihmal etmiyor. Din ve şovenizmi toplumun başına öyle bir sardı ki, bu kargaşa içinde uyuttukça uyutuyor. Dik duranlara ise, öğrenci, öğretim üyesi, sendikacı, dernekçi, milletvekili, asker, gazeteci, avukat kim olursa olsun terör belasını sarıyor. Terör örgütünden, silahlı terör örgütünden, devlete karşı işlenmiş suçtan geçilmiyor. Her protesto eyleminden bir terör örgütü çıkarılıyor.

Devletin de, toplumun da tüm taşlarıyla oynandı. Ceza ve usul yasalarını, yargıyı değiştirenler de onlar, adil yargılama ihlallerinden ve yaygın-uzun tutukluluktan yakınanlar da… 2010 Anayasa değişikliği ile yargıya el attıkları, yargı paketleri çıkardıkları halde, bugüne kadar somut, maddi temele dayalı bir iyileşmeyle karşılaşılmadı. 2010 değişiklikleri için, “millete gitmiştir, dokundurtmayız” dediler. Dediklerini unutup, 10 yıl boyunca 10 kez değiştirdikleri bu Anayasa ile “sistem tıkanmıştır” diyerek yeni anayasa istiyorlar.

Yargıyı bir batağın içine attılar, bocalatıp duruyorlar. Sonra da sanki yargıcı, savcıyı eğitenler kendileri değilmiş gibi, Özel Yetkili Mahkemeler eldeki işlere aynı kararlılıkla bakmıyorlarmış gibi “sorun yargıcın zihniyetinde” deyip, yeni anayasada kapsamlı bir yargı değişikliği öneriyorlar. Savcı ile savunma arasında eşitsizlik giderilecek diyorlar. İnsan, “eyvah, demek ki, ne kadar avukat tutukluysa o kadar savcı tutuklanacak” demekten kendisini alamıyor.

Darbeleri Araştırma Komisyonu’na yanıt verirken, “demokrasinin en önemli tecelli mekanı” dedikleri Meclis’i üstün göstermek için 1920’den destek alırken, önerdikleri başkanlık sistemi için de aynı dönemden destek alıyorlar. Darbecileri ya da darbe girişimcilerini yargılıyorlar ama darbeyle pekiştirilen ekonomi politikalarını katıksız uygulamaya devam ediyorlar. “Darbeciler, yaptıkları yasal ve anayasal düzenlemelerle siyaseti ve toplumu dizayn etmeye soyunmuşlar, ülkenin geleceğini ipotek altına alacak bir vesayet düzeni tesis etmeye soyunmuşlardır” diyorlar, kendileri devleti ve toplumu tek kişinin eline bırakacak girişimleri önerip, uzlaşma olmazsa biz yola devam ederiz deyip pazarlık hesapları yapıyorlar. Darbeciler, önce yasaları çıkarıp sonra bu yasalara uygun anayasa yaptılar. Kendileri de aynı yöntemi uyguluyorlar, idari yapıyı, sağlığı, eğitimi, laikliği yasalarla paramparça ettiler, şimdi bu değişiklikleri yerleştirecekleri yeni anayasayı dayatıyorlar. “Durumdan vazife çıkarmak” bu olsa gerek. Durum da ellerinde, vazife de…

Devletin ve toplumun yaşam tarzına 10 yıl boyunca istediği rahatlıkla el atan bir iktidarın hırsı içinde ne isterseniz var da, nereye kadar hoş görülebilir? Ya da çelişkiyi, dolanmayı, yanıltmayı, bir sözü diğerine uymamayı hoş görmek kimin işine gelir?

Nasıl bir ekonomik temel üzerine oturduğunu, siyasal, ideolojik ve hukuksal yönden nasıl bir üstyapı oluşturduğunu bütünsel olarak görmeden, AKP’nin hırsının ve oyunlarının gerçek yüzü görülemez. “Devlet iktidarı havada durmaz” AKP’nin boz-yap-boz oyunu üst yapıda sallanıp durur. Ama temeldeki sömürü gerçeği saklanır, öz değişmez. Bunu göremeyenler ya da görmek istemeyenler, kendileriyle birlikte toplumun da kısır döngü rüzgarına kapılmasına destek olurlar.

AKP’nin üretim ilişkilerine ve toplumsal ilişkilere attığı elin yönü bellidir, sömürünün sürdürülmesi ve sermayenin maddi olanaklarının artırılması, emekçilerin ve geniş halk kesimlerinin çepeçevre sarılması…

Maddi zenginlikleri tekellerine alanların peşine takılarak politika üretmek, ancak onlara hizmet ettirir, sömürüyü derinleştirir. Sömürü düzeninin ve her şeyi sermayeye sunan iktidarın anayasal kılıfının içine girilerek ayağa kalkılamaz. Din ve hukuku buluşturarak toplumu, “uhrevi” düşündürüp, “dünyevi”yi kendilerine ve uluslararası ortaklarına ayıranların anayasasından medet umulmaz. “Somut durumun somut analizi” yapılmadan, üretim ilişkileri ve toplumsal ilişkiler üzerine emek harcanmadan soyut anayasa kurallarından hiç medet umulmaz.