Böyle olur sömürü düzeninin özgürlüğü

Metin Akpınar ve Müjdat Gezen’in, daha birçok emekçi, aydın, sanatçı ve öğrencinin başlarına gelenler hukuksuzlukla tanımlanırken, çelişkilerle ve adaletsizlikle anlatılırken saptamalar ve tepkiler doğru ama eksik. 

Eksik olan özgürlüğü sınıfsal olarak okuyamamak. 

Kimileri sınıfsallığı unuturken, kimileri de devleti, hukuku, hak ve özgürlükleri sınıflar üstü gibi görürken egemen sınıf özgürlüğünü sınırsız kullanıyor, özgürlüğü kendisi için yeniden üretiyor. Aynı zamanda da emekçilerin özgürlüğünü bireyselleştiriyor, sınırlandırıyor, engelliyor.   

Özgürlük, Anayasa ve diğer pozitif hukuk metinleri içinde yazılan belirsiz bir norm. Ne zaman ki somut olaya uygulanmaya başlıyor, işte o zaman gerçek yüz de ortaya çıkıyor. Birilerinin tutsağı oluyor; o tutsağı olduğu insanlara sınırsızca hizmet ederken başka insanları da tutsak etmeye, onlar üzerinde tahakküm kurmaya başlıyor.     

Kendi düzeninin kurallarını koymak, işine gelmediğinde de bu kuralları tanımamak kapitalizmin ve emperyalizmin marifetle yaptığı şey. 

Burjuva hukuku, Sovyetler Birliğinden ve sosyalist hukuk norm ve uygulamalarından etkilenmekten kaçamazdı. Kaçamadı ama toplumsal sorumluluk duygusu yok denecek derecede zayıf, insanlık duygusu da ikiyüzlü olduğu için hızla ve kolay terki diyar etti. Öylesine rahat ki, bu terki ihanet olarak bile düşünmedi; adına da liberal hukuk diyerek, özgürlükler hukuku diyerek alladı pulladı.

Birleşmiş Milletler diye bir devasa örgüt var değil mi? Bu örgütün de devletler tarafından kabul görmüş sözleşmeleri, kararları var; mülteciliğin hukuku var, savaşın hukuku var.

Peki, Irak’da, Libya’da, Yugoslavya’da yaşananlar neydi? BM dışı bir galakside mi yaşandı? Yedi yıldır Suriye’de yaşananlar da mı başka bir galaksi de yaşanıyor? Suriye’de işlenen savaş suçları ne olacak? ABD gitmekle, silahlı çeteler de devletlerin içine sızmakla/alınmakla kurtulacaklar mı? Yurtlarından edilerek oradan oraya sürüklenen, yol alamayan ve ölüme terk edilen göç insanlarının katilleri ne olacak?

Dünyanın gözü ününde abluka ve ambargo altında tutulan Küba’ya uygulanan baskı ve şiddet neden devam ediyor?

Emperyalistler dünyayı kan denizine çevirecek füzeleri çevre ülkelere yerleştirilirken, NATO oyun üstüne oyunla insanları silahların gölgesine hapsederken uluslararası hukuk nerede?

Patronlar krizlerini fırsatçılıkla, muvazaalarla atlatmaya kalkıp işçileri hak hukuk demeden işsiz bırakırken çalışma hukuku nerede? Uluslararası Çalışma Örgütü nerede?

Sermayenin teşvikine ve talanına hukukla destek verilirken, talana ve hırsızlığa karşı çıkan, hak arayan emekçi halka güvenlik güçleriyle saldırılmasında hangi hukuk çalışıyor?

Kimi siyasi partiler özgür kimileri değil, öyle mi?

Düzenin gerçeğini ve çelişkisini, patronların fırsatçılığını, devletin hukuksuz ya da çifte standart uygulamasını, sömürüyü ve baskıyı halka açıklamaktan çekinmeyen Türkiye Komünist Partisi’ne örtülü ve açık baskı uygulanması, üyelerinin tehdit edilmesi karşısında o dillerden düşürülmeyen hukuk devleti nerede, özgürlük nerede?

Patronlar, gericiler, yandaşlar özgür; gerçekleri anlatanlar ve düzen değişmeli diyenler özgür değil. Kapitalistler, emperyalistler özgür; sömürülenler, ezilenler özgür değil.   

İşte özgürlüğün sınıfsallığı… 

Hep bir gerekçe bulurlar sermaye sınıfının özgürlüğü için. Bulamazlarsa dinsele, tarikatlara sığınırlar. Akılları sömürü için çalışır; sömürücü akıllarını hukuka yazarlar, yargıya sufle ederler, din maskesiyle kullanırlar.

Çocuğa tecavüze de gerekçe bulurlar, çocuğun canı baklava çektiğinde hırsız olarak damgalanmasına da… İşçinin haklarının gaspına da gerekçe bulurlar, direnen işçileri suçlu ilan etmeye de…

İstediklerinde karışmayıp istediklerinde karışarak tanımlarlar özgürlüğü. İstediklerinde tutsak ederler düzenlerine, istediklerinde de başıboş bırakırlar.  

Bunları teşhir etmek doğru, doğru da bireysel kızgınlık ve tatminin ötesine geçmedikçe ne işe yarar?

 “Sizi sömüren bu sömürü düzeninden hala ders çıkarmadınız mı” diyor Anamuhalefet Partisi başkanı grup konuşmasında. 

Bu sözcükler soL Portal okuyucusuna hiç yabancı gelmez. Sözcükler gelmez de, söyleyene bakıldığında sözcük dizisinin tıpkı özgürlük sözcüğü gibi soyut kaldığı ve kalmaya da devam edeceği hemen anlaşılır.

Çünkü sömürü düzeninden ve sömürüden söz edip o düzeni değiştirmek için değil, istikrarı için yaşamak tıpkı anayasal dil gibi soyut bırakır sözcükleri; sömürüden söz edip sömürenlerle aynı politikayı sürdürmek inandırıcı kılmaz.  

Sömürü düzenini eleştirip sınıfsallığı unutmak yalnızca eleştirici yapar. Sınıfsallıktan söz edip gereği için mücadele etmemek de düzen ödüncüsü yapar. Her ikisi de sömürü düzenine hizmet eder.

Hatta “alın size özgürlük, istediğiniz gibi konuşuyorsunuz” denir tıpkı “diktatörlük olsaydı böyle mi olurdu” denildiği gibi.

Sözleşme özgürlüğü ve mülkiyet hakkı sermayenin üretim ve birikim özgürlüğünden, işçiye tanınan “emeğini satma” ve “çalışma özgürlüğü” de emeğin satın alınma özgürlüğünden başka nedir ki?

Tek başına yeterli olmasa da özgürlüğün ekonomi politiğini yapmadan, sermayenin sınırsız tahakkümü, gericiliğin sınırsız azgınlığı, siyasetin sömürüye hizmeti, demokrasi tanımlanabilir mi? Gerçek özgürlük ile piyasanın ya da dinin tanımladığı sahte özgürlük arasındaki fark ortaya çıkarılabilir mi?

Sömürünün, gericiliğin ve baskının özgürlüğüne karşı mücadele etmeyenler ya da sınıfsal mücadeleyi yok sayarak ettiğini sananlar “tarihin tekerleğini gerisin geriye döndürmeye çalışırlar” ancak.

Mikis Theodorakis “Direnme Günlüğü” kitabında “özgürlük sorumluluktur” der. Özgürlük sorumluluğu, insanın insanı sömürmediği, sınıfsız ve sömürüsüz bir toplum için örgütlü mücadele etmenin sorumluluğudur; devrimci ahlak ve disiplinin sorumluluğudur; gerçek özgürlüğü kurmanın ve yaşamasını sağlamanın sorumluluğudur.