Bir savcıdan ötesi: Doğan Öz

Hukuk insanı, adaleti insanca yaşamanın sorunu olarak görür. Bu bakışın özünde de sömürücü adına yazılı, sömürüye bağlı “baskı kuralları”nı “hukuk” yapacak mücadeleyi vermek; yorumlama ve çözümleme tekniklerini sömürülenin, ezilenin, haksızlığa uğrayanın ideolojisine ve siyasetine çevirmek gelir.      

Kendi isteğiyle ya da baskılarla iktidara teslim olanlara, iktidarın emir erliğini seçenlere hukuk insanı denemeyeceği gibi baskı kurallarını zorlamadan iyi yorum tekniklerine sığındığını sananlara da hukuk insanı denemez.

Hukuk memurluğu ile hukuk insanlığı arasındaki ayrım sınıflararası ayrım kadar serttir, sert olmak zorundadır. Hukuk memuru, sermaye iktidarı ile siyasal iktidar bütünlüğünün içinde kıvranıp dururken, hukuk insanı çemberi yırtacak adalet yolları arar.

Çünkü adalet, Lenin’i kılavuz yaparsak; “bir söz değil”, “en dokunaklı, en canlı, en önemli sorun” olarak “açlıktan ölmek sorunu”, “bir lokma ekmek sorunu”dur. “Aç ve yıkıma uğramış insanların çıkarlarıyla sömürücülerin çıkarları arasında bir uzlaşma üzerine herhangi bir siyaset kurmak, işte bu yüzden olanaksızdır”.

Bu yüzden sömürücü ve sömürülen uzlaşması üzerine hukuk yapmak, hukuku insanlığın denetim aracı olmaktan, hukukla uğraşanları da hukuk insanı olmaktan çıkarır.

24 Mart 1978 günü faşist çetenin kurşunlarına hedef olan Savcı Doğan Öz, dünyaya ve yaşama bakışındaki, şiirlerindeki, ilişkilerindeki insanlığı, hukuksal görevine de yansıtan hukuk insanıydı.

Hukuk ve yargıyı, dar ve ulaşılamaz gibi gösterilen, sömürü ve baskının kılıfı yapan alanından çıkarıp, insanlığın alanına taşımayı tartışmak olanaklı da, bu amacı yargı mensubu olarak fiili duruma taşımak her babayiğidin harcı değil.

İşte Doğan Öz bu insanlık taşımasını yaptı ve yaptığı için de kurşunlarla susturuldu. 1970’lerin son çeyreğinin Türkiye tarihi “kurşunların, kıyımların tarihi” olarak yaşanırken, bu tarihin gerçeğini, hukukun “adi suç”, “cinayet”, “delil”, “tanık” kavramlarından çıkarak aradığı için; silahı tutan ele kimlerin, hangi güçlerin hangi amaçla kumanda ettiğini, ölümlerden kimlerin beslendiğini görmeden karanlıktan aydınlığa çıkılamayacağını kanıtlarıyla gösterdiği için susturuldu.

Doğan Öz susturulurken, yargının da adalet adına susturulması süreci başlatıldı.

Doğan Öz anmasını geçen yıl YARSAV ve Başkanı Murat Arslan ile birlikte yapmıştık. Bugün ne YARSAV faal ne de Murat Arslan özgür. OHAL gereğini yaptı, yargıç ve savcıların büyük örgütünü kapatmakla yetinmedi, binlerce yargıç ve savcıyı mesleklerinden attı, gözaltına aldı, tutukladı.

Masumiyet karinesine herkesten çok özen göstermesi gereken yargı mensupları, soyut iddialar üzerinden suçlu ilan edilirken şimdi kılıfına uydurulacak iddianameleri bekliyor.

Yargı mensupları darbe girişiminde mi bulundular, yoksa kendileri üzerinden yargıya darbe mi yapıldı?

Darbe girişimde bulunma bir iddia. Zaten somut girişime değil, “terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı” kalıp tümcesine dayanıyorlar. Tümceye bakın; sözcüklerin çoğu soyut, belirsizlik diz boyu.

İddianameleri savcı yazacak -ki toplumsal davalarda savcının “güvenlik güçleri” ne derse onu iddianameye yazdıklarına ilişkin veriler çok fazla-,  karşılığını yani kararı yargıç verecek.

Hangi savcı ve yargıç? Meslektaşlarının üçte biri atılan, meslekten men edilen, gözaltına alınan ya da tutuklanan savcı ve yargıç…

Darbe girişiminden sonra darbeye maruz kalan yargının mensupları çözecek(!) işleri. OHAL düzeninde neredeyse haftada bir atılma, gözaltı, tutuklama işlemiyle karşılaşan; sona ermeyecek şekilde cezalandırma zinciriyle karşı karşıya kalan, baskı altındaki yargı mensupları nasıl çözebilirse öyle çözecek.

Halkoylamasında “hayır”cıları tehdit eden savcının çözmek istediği ortada…

1980 faşist darbesine uzanan karanlık yolda, karanlığın korkusunu iliklerine kadar duyan halk “bir savcı katledildi” haberiyle umutsuzluk uçurumunun dibine çöreklenip kalmıştı. Suskunluğu yaratmayı başaran sömürü düzeni ise içerdeki iktidarıyla 24 Ocak’ta uygulamaya koyamadığı neoliberal düzene entegrasyon planını, 12 Eylül’de darbeyle koyuverdi. Kestirmeden halletti işleri…

Halledilenler arasına yargı da yerleştirildi. Önce kanunlarını çıkardılar, sonra da 1982 Anayasasına yerleştirdiler “bağımlı yargı”larını… 2010 Anayasa değişikliğiyle güdümlü yaptılar. 2017 değişikliği ile de emir eri yapacaklar.

Katlettiler Doğan Öz’ü, adalet arayanları, hukuku ve yargıyı katletmek için. Sonra ara ara sürdü yargı mensuplarına silahlı saldırılar; Çağlayan’da olduğu gibi yargısız infazlar içinde de susturdular. Büyük kıyımı OHAL’e havale ettiler; bedeni yok etmeden mesleği yok ettiler.

Bir savcıdan, bir yargıçtan ötesinin hukuk insanıydı Doğan Öz. Düzen hukukunu ve yargısını delip çıkan hukuk insanıydı. O, sömürünün ve gericiliğin hiçbir değişikliğe uğramadığı yargı reformlarını da reddetti.

Doğan Öz’ün, “ölümsüz hukuk insanı” unvanını alan ender hukuk insanları arasında yaşamaya devam etmesi, sömürünün ve gericiliğin yok edilmesi uğruna mücadele edenler için ışık olacak.*

*Doğan Öz’ü, 25 Mart 2017 Cumartesi günü Ankara’da Nazım Hikmet Kültür Merkezinde Saat 16.00’da (Konur Sokak No: 51/3 Kızılay) Hukukta Sol Tavır Derneği etkinliğinde Sevgili Av. Erşen Sansal ile birlikte anacağız.