Askıdaki anayasayla 2018

Askıya alınan anayasalara epeyce örnek var. Bizde 12 Eylül 1980 darbesi, 1961 Anayasası’nı sözde kaldırmadan kimi maddelerini yok sayarak parlamentoyu feshederken, devletin anayasal işlevlerini ortadan kaldırırken darbecilerin bildirileri ve Milli Güvenlik Konseyi (MGK) kararları hukuk diye ortalarda dolaştı.

Formül çok kolaydı.  Anayasa Düzeni Hakkında Kanun (Kanun denilen MGK kararı) kabul edildi. MGK’nin bildiri ve kararlarında yer alan ve alacak olan hükümlerle Konseyce kabul edilerek yayımlanan ve yayımlanacak olan kanunların, 1961 Anayasası hükümlerine uymayanlarının Anayasa değişikliği olarak ve yürürlükteki kanunlara uymayanlarının da kanun değişikliği olarak yürürlüğe girmesi öngörüldü. Bu kadar basit ve cince…

Bugünkü durum şöyle: Anayasa yürürlükte, yürürlükte ama birçok hükmüyle askıda.

Ne anayasal organlar çalışıyor, ne de anayasal denetim sistemi. Ne hak ve özgürlükler yaşama geçiyor ne de Cumhuriyet’in nitelikleri. Laik hukuk devleti de yok, laik eğitim de… Dinsel olan her yere sızmış. Toplum içinde devleti, devlet içinde iktidarı sınırlaması gereken anayasal yapı tersine dönmüş. Tek kişilik yönetim, daha 2017 Anayasa değişikliği yürürlüğe girmeden yasama ve yargıya da hükmederek iş başında. 

Askıda dedik ama OHAL’le ve KHK’leriyle birlikte askı hafif kalıyor, “rafta”…

Anayasa'yı yorumlayan ve uygulayan, aynı zamanda uygulamayan; “anayasalı anayasasızlık oyununu”, “keyfilik oyununu” oynayan aynı siyaset… Söylemde rahatlar: “Üzülmeyin canım, darbe yok; anayasa var, demokrasi var”, “12 Eylül 1980 ve sonrasında anayasa yoktu, şimdi var”…

Düzen partileri bu keyfiliğe adapte olmakta iktidardan geri kalmıyor.  Anayasa'nın rafta olmasından çok yürürlüğe girmeyen kurallarını, “cumhurbaşkanı” seçimlerini düşünüyorlar.

Adı, maddeleri, kuralları, ilkeleri, yasakları ve buyrukları olan ama uygulanmayan bir anayasa. Dinselliğin ve keyfiliğin devlete, siyasete ve topluma girmesine engel olamamanın sancısı içinde kıvranan bir anayasa…

OHAL düzeni ve KHK’leri anayasa dışı değil, olamaz da; denetimsiz de değil. OHAL’in, süresinin ve KHK konularının koşulları var ve bu koşulların ihlali anayasa ihlali. Yeni (“güne uygun” demek daha doğru) Anayasa Mahkemesi istediği kadar Anayasa’nın bir maddesine dayanarak "denetlemem" desin, sözü ve özüyle anayasal bütünlüğü göz ardı edemez. Nitekim eski (“hukuka uygun” demek daha doğru) Anayasa Mahkemesi bu durumu sayfalarca anlatarak karar bağlamıştı.

Polis devleti ve hukuksuzluk bir arada yürüyor. Bir buçuk yıla yaklaşan OHAL bu durumun kanıtı. “Kanun devleti” bile diyemeyeceğimiz, “OHAL KHK devleti” bile diyemeyeceğimiz hukuksuzlukla karşı karşıyayız. Hukuk kılıfı giydirilmiş gibi gösterilen hukuk dışılıkla karşı karşıyayız. Siyasal iktidar istediğini, düzen muhalefeti de gözlerini kapatıp anayasal görevini (!) yapıyor.

Anayasa’ya göre OHAL, “Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddi belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması hallerinde” ilan ediliyor.

OHAL’in anayasal düzenin korunmasını amaçlaması gerekiyor. Oysa Anayasa’yı askıya alacak, dahası yok edilmesine neden olacak her şey yapılıyor. Kısaca OHAL anayasasız düzenin korunmasına hizmet ediyor.      

Anayasa askıda ama sermayeyi ihyada, ona kaynak aktarmada, işçileri ezmede ve yapılanları gericilikle beslemede hiç de askıda değil. Sermaye sınıfı için yürürlükte, işçi sınıfı için askıda… Sermayenin çıkarı için yürürlükte, emekçilerin hakları için askıda…

Keyfilik, hukuk devletine ve ilkelerine meydan okuyor. Meydan okuma, Anayasa Mahkemesi’nin 2008’deki AKP’ye yönelik suç tespitine karşın, yine aynı mahkemeye yaslanarak yapılıyor.

Bu değerlendirmeleri, farklı bir hukuk bakışıyla değil, siyasal iktidarı var eden burjuva hukukunun evrensel ilkelerine göre yapıyoruz. Kendi hukuklarını tanımayan bir düzensizlik düzeniyle karşı karşıyayız: “Şeriatın kestiği parmak acımayacağına göre devletin ezdiği halk da acı duymamalı” diyorlar.

Kapitalizm “sermayenin ezdiği emekçi acı duymamalı” diyerek tıkanmalarını aşacak her yolu geçerli sayıyor.

Ne -sonradan biraz toparlanmasına karşın- 12 Eylül darbesinin ağır etkisini taşıyan ne de AKP tarafından delik deşik edilerek başkalaştırılan Anayasa’nın meraklısıyız. Değiliz de, Cumhuriyet’in niteliklerini ve birikimlerini taşıyan, yurdu/yurttaşı tanımlayan Anayasa’nın kimilerinin keyfine göre kullanılması ya da kullanılmaması gibi bir saçmalığa da sessiz kalamayız. Hele bu saçmalık, toplumsal hakları yok sayıp hak mücadelelerinin önüne set çekiyorsa ve alabildiğince sömürü ve gericilik yüklüyse hiç sessiz kalamayız.

Devleti, siyaseti ve toplumu hukuk varmış gibi şekillendirmeye kalkışanların oyunlarını ortaya çıkarmak işçi sınıfının mücadelesi doğrultusunda devlet ve hukuk politikasının yeniden üretilmesini hedef edinenlerin görev ve sorumluluğu. Ortada bir hukuk garabeti ve yalanı varsa bu sorumluluk “ben yurttaşım, yurtseverim” diyen herkese düşüyor.

2018, 2017 koşullarında devam edemez. Bu koşullarda seçim meçim de yapılamaz.

Cumhuriyet’in ve kazanımlarının tasfiyesine, faşizan sistemin kurulmasına yönelik sömürü ve gericilik saldırısı, noktasına ve virgülüne kadar sorgulanmak zorundadır.  Bu sorgulamanın yöntemi, ilkesi ve hedefi sınıfsaldır.

Sömürücü ve gerici düzene karşı aydınlanmacı, sınıfsız, sömürüsüz toplum hedefli anayasa, “Toplumcu Anayasa”, “düzen içi hesaplardan bağımsızlaşma ve yeniden mevzilenme çağrısının aracı”dır. “Toplumcu Anayasa”nın oluşturulacağı sosyalist toplum ise gerçek ve elzemdir.

İşçilerin, emekçilerin yapması gereken, her gün değişen, ikiyüzlü, çıkarcı siyasal iktidara ve uzlaşmacılarına karşı, sınıfsal düşmanına karşı zaman yitirmeden örgütlü mücadele içinde yerini alması, devrimci müdahaleye kilitlenmesidir.