Adalet sarayları ve 'Gökdelen'

“Davalar, uyuşmazlıklar neden bu kadar çoğalıyor; mahkeme koridorları ve cezaevleri neden tıklım tıklım dolu” diye sorgulayıp toplumsal önlemleri almayı düşünmeden bir yandan görkemli törenlerle adalet sarayları açıyorlar, diğer yandan da mahkemeleri büyük kentlerin oralarına, buralarına, kiralık hanlarına dağıtmaya başlıyorlar.

Ankara bu dağıtma işinin göbeğinde duruyor. Önce icra müdürlükleri ve hakimlikleri taşındı Ankara Adliye Sarayından, sonra da iş ve ticaret mahkemeleri… “Adliye sarayında sıkışıklık giderilmiştir” saflığıyla düşünürken, yeni haberler geliyor; asliye hukuklar Eskişehir yoluna, savcılık ve cezalar Keçiören’e gönderilecekmiş… Sıkışıklık gerekçesi de bir anda çöküyor: Ankara’nın merkezindeki Adliye Sarayının yeri kıymetli mi kıymetli, tam AVM’lik.

Binlerce insan davalı ve davacı olarak her gün adliye koridorlarında… Onların savunmanları olan avukatlar da mahkeme mahkeme koşturup duruyor. Şimdi Ankara caddeleri ve sokaklarında koşturmaya başladılar. Savunma zaten ataklar altındaydı, şimdi davalar savunmasız yürütülecek neredeyse.

Yargı varmış gibi gösterilerek yargılanamazlık esas olmaya başlayacak. Yargıçlar da uzaktan kumandayla yargılama marifetine sahip olacak. Zaten güdümlü yargı dönemiyle birlikte uzaktan kumandalı mahkemelere geçilmişti. Şimdi yargılamalar da uzaktan kumandayla yürütülecek.

Çok sorunlu ve davalı toplumsal ilişkileri yaratanlar, mahkemeleri dağıtarak çözümlüyor işleri. Kendi düzenleriyle ve hukuklarıyla yarattıkları adaletsizliği gizlemek için adalet mekanlarıyla oynuyorlar.

Savunma hakkını önledikleri gibi, hukukçuların bir araya gelmesini de önleyecekler akılları sıra. Ankara Adliyesi, hukuksal tepkilerin dışavurumunda etkin bir mekan... Avukatların eylemlerine artık yargıç ve savcılar da destek veriyor, odalarından çıkıp etkinliğe katılıyorlar; açıklamalar yapıyorlar. Yargıç, savcı ve avukatlar bir araya gelirken, mücadele ederken örgütlü güçlerini de birleştiriyorlar. Adalet mekanlarıyla oynama bu güç birliğini de dağıtma amacını taşıyor.

Uzaktan kumandalı, dosya ağırlıklı mahkeme yöntemi, yıldırmayı ve hak aramalarını mahkemelerden başka alanlara kaydırmayı da amaçlıyor. Arabuluculuk kurumu yaygınlaştırılacak, arabuluculuk maskesi altında mahkemeler işlevsizleştirilecek; çifte hukuk sisteminin bir ayağı da dinsel fetva ve görüşlere kaydırılacak.

Yargı denetimi, hakların korunması ve güvencesi anlamına gelir. Bu koruma ve güvence yargı yetkisini kullanan mahkemelerin asli ve vazgeçilmez işleridir. Mahkemeler, “sav, savunma ve karar” mekanizmalarıyla olduğu kadar, adliye emekçileriyle ve mekanlarıyla bütünsel bir eşgüdüm içinde çalışırlar.

Güven vermeyen yargı mensupları ve emekçileri kadar, güven vermeyen yargı mekanları ve bu mekanlardaki dağınıklık adaletsizlik duygusu yaratır.

Fiili eşitsizlik ortamında adalet, mahkemeler kurarak gerçekleştirilemediği gibi saraylar yapılarak da gerçekleştirilemiyor. Bu, net ve açık; ancak, “hak arama” tüm hakların mücadelesinde önemli ve hak arayanlar için mahkemelerdeki adaletsizlik duygusunun varlığı hem devletin hem de toplumsal ilişkilerin çürümüşlüğünün göstergesi.

Tahsin Yücel’in (bir kez daha anarak), 2073’de yargının özelleştirilmesi ana temalı “Gökdelen” romanı böyle giderse erken yaşama geçebilir.

“Suçu suçsuzluk” olanlar ile egemenler çatışmaktadır “Gökdelen”de ve egemenler amacına hemen ulaşmalıdır. “Özel ve özgür girişimin önünde yüz kızartıcı engel”dir yargı”, “herşeyi özelleştirdiklerine göre yargıyı da özelleştirme”leri gerekmektedir. Böylece, “yönetimin kendi kendisiyle tutarlı” olabilmesi sağlanacak; “nice temel yasaların hoyratça çiğnenmesinden sonra, hukukun hukuk olmaktan çıkmak üzere gelip dayandığı son sınır” aşılacaktır.

“Gökdelen”, “kör olası düzenin tutarlılık kazanması için” herşeyin sermayenin buyruğuna verilmesini anlatır, tıpkı bugün yaşananlar gibi… Ama “yılkı insanları”nın yürüyüşüyle biter.

Gerçeğin eşitsizliği işaret ettiği yerde adalet arayanların karşısına hep eşitsizliği yaratan düzen çıkıyor. Bu nedenle, doğru tanıyı koymadan ve mücadeleyi doğru zemine çekmeden çürümüşlükten kurtulmak olanaksız…

Öncelikle Ankara Adliyesi örneğiyle başlatılan dağılmaya ağır tepkiyi göstermek; aynı zamanda da  -Hukukta Sol Tavır Derneği’nin Tüzüğünden destek alırsak-;

“İnsanlık ve hukuk tarihinin evrensel birikimlerini, tarihsel ilerlemenin artan olanaklarını ve güncel ihtiyaçları değerlendirerek; hukuku, çıkar, baskı ve sömürü aracı olmaktan” çıkarmak ve “hak mücadelelerinin, eşitleştirmenin, özgürleştirmenin ve adaletin aracı” yapmak gerekiyor. “Toplum, devlet, hukuk ve yargı ilişkilerine bütünsel bakmak”; “hukuksuzlukla mücadeleyi, eşitsizlik ve adaletsizlikle mücadelede özdeşleştirmek” gerekiyor.