Yontular Şehri

Tesadüf değil diye düşünüyorum, Yorogo Seferis’in şiirlerinde yontuların yaşam ve ölüm arasında mermer köprüler gibi o kadar sık resmedilmesi:

Kırık yontulara baktık
bu kutsal yolculuğa çıkan bizler,
dalgınlığa gelip
öyle kolayca yokolmaz yaşam, dedik
ölümün daha keşfedilmemiş yolları
ve kendine özgü adaleti var, dedik
Taşın kardeşliğinde birbirimize karışmış
sertlik ve güçsüzlükle bir olmuş durumda
ayakta dimdik ölürken bizler
tuhaf bir dinginlikle gülümseyerek
çemberlerden kurtulup dirildi eski ölüler.

Bir yandan da kırık yontular bizleri izler Seferis’in şiirinde ve Seferis’in şehrinde. Bu yüzden yontular şehridir burası.

Varyant’tan kıvrılarak denize doğru inerken neredeyse bir oda büyüklüğünde mermer bir çocuk başı müzenin zemin katında geçenlerin seslerine kulak kabartır gibidir.

"içinde hançerlendiğiniz hamamı unutmayın."
ellerimde bu mermer başla uyandım dirseklerimi
yoran,nereye koyacağımı bilemediğim. bir düşe
yuvarlanıyordu baş,ben düşten uyanırken, böylece
birleşti yaşamlarımız,şimdi ayırması güç.
bakıyorum gözlere,ne açık ne kapalı, konuşmaya çalışan
ağıza konuşuyorum, tutuyorum derinin ötesine çökmüş
yanakları. gücüm fazlasına yetmiyor.
ellerim kayboluyor,sonra dönüyor, sakatlanarak.

Hava kararıp müzenin ışıkları sönünce yontuların gölgeleri hareket eder hızla ya da yavaşça geçen en zayıf farların ışığında bile.

Yemek kapları bizim yemek kaplarımıza benzer, oyuncakları bizim oyuncaklarımıza, dikiş iğneleri, ameliyat bıçakları ve yazıtlar, mermer lahitler, darbelerle kırılmış kafatasları.

Marşa basan bir otobüs ya da dolmuş şöförünün elleri kadar sert, bir diş hekiminin elleri kadar güçlü gözükür yontuların elleri de. İster tanrılara ait olsun, ister bir köleye ya da bir efendiye mermer yontuların elleri ellerimize benzer, yüzleri yüzlerimize.

Bir yandan hayatı biçimlendirirken ellerimiz birer yontucu gibi bir yandan da hayatın yonttuğu ellerimiz, yüzlerimiz yontular gibi kırılır zamanla.

İster yontu olsun ister gerçek, gözler ise hep aynı, değişmeden ve yaşlanmadan kalır. Aşağıda alıntı yaptığım iki İzmir’li yazarın gözleri gibi:

“...üniversite paralı yapılmazsa yoksul öğrenciler hiç okuyamaz olacak...

Doğduğun kasabada kalırsan (köylü kalsan yine iyi,) kasabalı kalırsın büyük kentte okuyacaksın ki yontulasın. Bir İzmirli olarak benim Ankara'da yontulduğum gibi. Kasaba, bütün dünyada, dünyaya en uzak yerdir.” (Baskın Oran, Bedava üniversite ezberi, Radikal 2, 23/07/2009)

“Tam da bu sebepten İzmir’in Arman gibi yaşamak isteyen kızları bir fırsatını yaratsak da İstanbul’a kapağı atsak diye beklerler... İstanbul hayatında çok daha özgür olacaklarını bilirler çünkü, şu anki “Kavruk İzmir” onları sıkar ve bayar... İzmir’in cemiyet hayatı bütün o “çağdaş görüntü”sünün ardında ciddi bir sosyal denetim mekanizmasına da sahiptir. İzmir’in kısıtlı burjuva hayatında kimin kızı kimle, nerde ne yapıyor bilinir, konuşulur...” (Rasim Ozan Kütahyalı, Laik mahalle notları: Taşralaşan ve kavruklaşan İzmir, 18 Temmuz 2009, http://www.izmirizmir.net)

Seferis’in dediği gibi "içinde hançerlendiğiniz hamamı unutmayın."