KENTİN SESİ-İZMİR Yazıları
“Bizim Aylin hani o takıp takıştıran, güzel küpeli, pahalı ince topuklu, yapılı lüle saçlarıyla alımlı alımlı yürüyen İzmirli güzel” mahkemede konuşuyor:
-Başarılı bir kariyerim, düzgün bir sosyal çevrem, Türkiye şartlarının üzerinde iyi ve düzenli bir gelirim var. Fırsat buldukça yurtdışına giderim. Güvenlikli nezih bir sitede, tapusu kendime ait bir dairede oturuyorum. Kendime ait bir arabam var. Akşamları spor salonuna giden, kendine bakmaya, iyi yaşamaya, bir yandan çalışırken bir yandan da hayatın tadını çıkartmaya çalışan biriyim. Son 7 yıldır aynı işyerinde çalışıyor, 10 yılı aşkın süredir de aynı cep telefonunu kullanıyorum. Tüm adreslerim, tüm iletişimim, hayatımın her anı yasal, gözler önünde ve istikrarlı.
Trajik bir politik davanın kurbanlarından birisi olarak sorduğu sorunun muhatabı ise kesinlikle sadece karşısındaki hakim değil:
-Ben teröriste benziyor muyum?
***
Bu soru insana Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Sinan Cemgil ve Ulaş Bardakçı’yı hatırlatmaz mı? Güzelliklerinden insanın bakmaya bile kıyamayacağı yüzleri, Nazım Hikmet’i, Behice Boran’ı…
Yüzlerini örten sakallarına rağmen Fidel’i ve Che’yi, Marx ve Engels’i ve güzeller güzeli Celia, Rosa ve Nadya’yı…
***
Ankaralı veya İstanbullu değil, İzmirli güzel.
Güzel!
İzmir’in kızlarının güzelliği meşhurdur.
Peki güzellik nedir?
İyi bir gelir, gayri menkuller ve hayatın tadını çıkartmaksa. Bunun adını 150 yıl önce Komünist Manifesto’da Marx ve Engels babalar koymuştu zaten: Güzellik falan değil, modern fahişelik olarak!
***
Devrimci hareketimizin istatiksel bir anlamı vardır, toplumsallaşması ile koşut bir anlam.
80 sonrası gördüğümüz bütün çirkiniklerin arkasında bu ülkenin en güzel insanlarının çektiği acıların olması gibi. İstatistik var. Ölüm, işkence, zindanlar ve işsizlik… Ölü veya diri toplumsal yaşamdan dışlanma var.
Hareketimizin geriye çekilmek zorunda kaldığı bu uzun yılları, sadece güzelliklerle hatırlamak mümkün değil. Her anlamda. İstatiksel olarak da.
Ve o çirkin 90’ların en çirkin senaryolarından birisini tekrar yaşadık bu davayla yakınlarda.
Basılan bir ev.
Silahlı bir çatışma.
Operasyon, gözaltı ve tutuklamalar.
Devrimci bir derginin editörü, uluslararası işçi sınıfı hareketinin aydın bir militanı, bir doktor, Sinanları anımsatan gülüşü ile Murat Akıncılar da bu davanın en önemli sanığı oluvermiş.
Bir tek mahalledeki “halkın” alkışları eksik!
Bir de İzmirli güzelin ve arkadaşlarının artık 2000’lerin sonunda yaşadığımızın farkında olmaları eksik.
Devrimci hareketimizin istatiksel bir anlamı var, toplumsallaşması ile koşut bir anlamı ve şimdilerde ortalık nerdeyse güzellikten geçilmeyecek gibi.
Bunu görmüyorlar veya unutuyorlar!
***
Kemalpaşa’da misafirlere leğenlerle ve kovalarla kiraz doldurulduğu ylların üzerinden uzun yıllar geçti.
Yine de sadece bu erken bahar kiraz bahçelerini kırmızıya boyadı mı emin değilim.
İzmir kiraz mevsimine girdi mi, Sait Faik’in “Şimdi Sevişme Vakti” geldi mi bilmiyorum. Ama bizim güzellikten ne anladığımızdan bir şüphem yok. Onların güzelleri, hangi şehirden olursa olsun bizim için kokmuş manifaturacının ayaklarıdır:
Çıplak heykeller yapmalıyım,
Çırılçıplak heykeller
Nefis rüyalarınız için
Ey önünden geçen ak sakallı
kasketli,
Yırtık mintanından adaleleri
gözüken
Dilenci
Sana önce
Şiirlerin tadını
Aşkların tadını
Kitaplardan tattırmalıyım
Resimlerden duyurmalıyım,
resimlerden...
Şu oğlan çocuğuna bak
Fırça sallıyor
Kokmuş manifaturacının ayağına
Dörtyüzbin tekliğinden
On kuruş verecek
Seni satmam çocuğum
Dörtyüzbin tekliğe,
Ne güzel kasların var
Ne güzel bileklerin
Hele ne ellerin var, ne ellerin.
Söylemeliyim,
Yok
Yok... meydanlarda
bağırmalıyım.
Bu küçük
Güllerin buram buram tüttüğü
Anadolu şehri kahvesinde
Kiraz mevsiminin
Sevişme vakti olduğunu.
Resimler seyrettirmeli, şiirler
okutturmalıyım.
Baygınlık getiren şiirler
Kiraz mevsimi, kiraz
Küfelerle dolu pazar.
Zambaklar geçiriyor bir kadın.
Bir kadın bir bakraç yoğurt
götürüyor
Sallıyor boyacı çocuğu fırçasını
Belediye kahvesinde hâlâ o eski,
o yalancı
O biçimsiz bizans şarkısı.
Sana nasıl bulsam, nasıl bilsem,
Nasıl etsem nasıl yapsam da
Meydanlarda bağırsam
Sokak başlarında sazımı çalsam
Anlatsam şu kiraz mevsiminin
Para kazanmak mevsimi değil
Sevişme vakti olduğunu...
Bir kere duyursam hele
güzelliğini, tadını,
Sonra oturup hüngür hüngür
ağlasam
Boş geçirdiğim, bağırmadığım
sustuğum günlere
Mezarımda bu güzel, uzun kaşlı
boyacı çocuğunun
Oğlu bir şiir okusa
Karacaoğlan'dan
Orhan Veli'den
Yunus'tan, Yunus'tan…