Ölmeden önce

Böyle listeler var, görüp duymuşsunuzdur ölmeden önce okumanız gereken 100 kitap, bilmem kaç film vs.. diye. İnsan yakında öleceğini öğrense herhalde telaşla bu tür listeleri tamamlamaya çalışmaz. Ama böyle bir listesi olmalı diye düşünüyorum insanın, hiç vakit geçirmeden tamamlanması gereken veya en azından Cemal Süreya gibi “üstü kalsın” diyebilmek için.

En sevdiklerimiz için hep beklettiğimiz, “bir gün nasılsa söyleyeceğimiz” sözler bu listede olmalı. Bir de hayattayken canınıza okumaya çalışanların bir listesi olmalı, sonra çıkıp “şöyle adamdı, böyle severdik” dememeleri için. Elektrik Mühendisleri Odası İzmir Şubesi’nin emektarlarından Hüseyin Gülcan abimiz vefat ettiğinde, bir töreni bile çok görüp apar topar cenazesini memleketi Adana’ya gönderenlerin veya “hayattayken canına okuyanların” ardından yazıp söyleyediklerini gördüğüm gün karar verdim ben buna.

Hindistan, Polonya, İngiltere veya Rusya değil ama doğup büyüdüğünüz mahalleyi görmek de olmalı listede.

Benim yapacağım listemde başka şeylerin yanında görüp tanışmak istediğim iki de isim vardı Muvaffak (Maffy) Falay ve İlhan Mimaroğlu. Bu ihtiyar delikanlılardan birini geçen sene bu vakitler listemden çıkardım. Kemeraltı’da Maffy ile çay içip sohbet ettik. İzmir’li trompetçi ile İzmir’de buluştuk. Zamanında Dizzy Gillespie ile Harlem’in altını üstüne getirmiş Maffy ile. Freddie Hubbard’ın ağızlığını bir gördüm kuyu gibiydi dedi ve bana bu bile yetti. Kuyu gibi ama şimdi moda olduğu gibi devasa değil daracık bir ağızlık. Parayı cebinde bayatlatmayacaksın dedi ve bu bile bana yetti.

İlhan Mimaroğlu maddesinin üzerini ise artık listemde çizmem olanaksız. Oysa elektronik müziğin babalarından olan İlhan baba hem elektronik hem de müzik konusunda henüz ilk gençliğimde yolumu çizmişti. Bir ara en azından internet ortamında iletişim kurmayı denemiştim ama babanın “teknoloji” ile arası pek iyi değildi, olmadı. Bu kadar mı zordu bir “analog” mektup yollamak, babaya. Tek cümlelik basit bir teşekkür edebilmek bile bana yeterdi.

İlhan baba Jazz dergisinde de yazdı bir dönem. Her biri ders niteliğinde yazılardı. Bir kredi kartı reklamı geldi diye yazmıştı bir yazısında, üzerinde trompetçi Wynton Marsalis’in bir fotografı. Bayağı küfür ediyordu 80’lerin cazı “dirilten” bu neo-liberal bu genç aslanlarına ve onların parlak isimlerinden Marsalis’e. Eski kayıtlar var diyordu, hala babalar çalıyor capcanlı, neden bu heriflerin mumyalanmış yorumlarını dinleyelim ki diyordu. Marsalis yerine Conte Candoli’yi dinlerim ya da bilmem kaçıncı caddenin köşesinde sokakta çalan trompetçiyi, Marsalis’ten kat be kat iyidir diyordu.

Freddie Hubbard’ın bence en iyi kayıtlarından birini de yapmıştı İlhan baba elektronik müziğin ve cazın kesişiminde kendi beste ve düzenlemeleriyle. Albümün “Sing me a song of Songmy” adı ABD’nin Vietnam’da Songmy köyünü bombalamasına gönderme yapıyordu.

Diyeceğim hiç bir sözü bayatlatmayacağımız bir “ölmeden önce” listemiz olmalı. Ölüm söz konusu olunca sıranın kime önce geleceği belli olmaz. En sevdiklerimizle ilgili maddelerin üstünü çizelim de sonra geri kalanlar için “üstü kalsın” diyebiliriz.

Not1: Daha önce bu köşede Birgün’deki yazılarını beğenerek takip ettiğimi söylediğim Ali Şimşek’in son yazısıyla beni hayal kırıklığına uğrattığını da eklemeliyim. İlhan Mimaroğlu’nun vefatı ile başlayan yazı İstanbul’daki bir sanat galerisindeki elektronik müziğin öncülerinden John Cage üzerine düzenlenen bir sergiyle devam ediyor. Avangard müzik üzerine acemice sözlerden sonra aşağıdaki satırları okuduğum da ise iyice şaşırdım:

“Cage, İlk yapıtına 'Landscape No: 5' adını vermişti. 42 plaktan çıkan sesleri önce bir manyetik teyp bandı üzerine kaydetmiş, sonra bunu kesip, değiştirip tekrar birleştirmişti. 29 Ağustos 1952 tarihinde üç akımı bir tek nota çalmadan canlandıran 4'33" (dört dakika otuz üç saniye) adlı bestesiyle sessizliğin, müziğin bir öğesi olduğu mesajını vermişti. Cage, bu besteyi yapmasına neden olan en önemli etkenin, yakın arkadaşı ressam Robert Rauschenberg olduğunu söylemişti.”

Argümanlar ve terminoloji çok basit hatalarla doluydu. Şeytan dürttü oturup internette tarama yaptım ve bu paragrafın aynen Vikipedi gibi güvenilebilecek en son kaynaklardan birisinden kes yapıştır yöntemiyle yazıldığını buldum. Üniversite birinci sınıf öğrencilerine yapmamaları gerektiği söylenen 2 şey birden vardı: 1. Vikipedi’den yararlanarak ödev yapmayın, 2. Kendinize ait olmayan cümleleri referans göstermeden yazmayın, yani intihal yapmayın!

Oysa Aytek Soner Alpan’la Ali Şimşek arasındaki YKP tartışmasını oldukça yararlı olduğunu düşünerek keyifle takip etmiştim. Sanırım bu polemik yazılarının sonuncusunu Ali Şimşek aşağıdaki notla bitirmişti:

“Bir de yazıdan sonra bana gelen tepkiler içinde Yunanistan Komünist Partisi'ni ne kadar tanıyorsun sorusu vardı. Buna verilecek tek cevabım var: Bizde olanlar kadar tanıyorum.”

Şimdi ne yazık ki artık Ali Şimşek’in referanslarına dair açıkça derin bir şüphe duyduğumu söylemek zorundayım.

Benim için belki bu kadar önemli olmayabilirdi bu özensiz yazı, eğer İlhan Mimaroğlu’nu kaybettikten kısa bir süre sonra yayınlanmamış olsaydı. Bu bana yetti de arttı bile.

Yine Birgün’den Volkan Çağlayan’ın ve soL’dan Murat Beşer’in İlhan baba üzerine yazdıkları nefis yazıların üstüne de limon sıktı.

Şimdiye dek beğeniyle yazılarını takip ettiğim Ali Şimşek beni bağışlasın, listemden bir maddeyi fazla bekletmeden çizmek zorundaydım.

Not 2: Bu köşenin hala okuru kaldıysa yazıları aksatmamın tatil rehavetiyle ilgili değil yoğun bir üretim dönemiyle ilgili olduğunu söylemek istiyorum. Umarım yakın zamanda bu üretimlerin somut sonuçlarıyla hem okurların hem de editörlerin affını kazanabilirim.