Mösyö Burjuvazi Haydi Eller Yukarı!

KENTİN SESİ - İZMİR Yazıları

Etnomüzikoloji disiplini, "etno" ön eki nedeniyle konuya uzak kişiler için hemen "etnik müzik araştırması" gibi yanlış bir çağrışıma neden olur. Oysa etnomüzikoloji terimi belirli tip müzikleri inceleyen bir araştırma programından daha çok belirli kuram, model ve yöntemleri ile müzik sosyolojisi ya da müzik tarihi gibi diğer müzik disiplinlerinden belirgin bir şekilde ayrılan bir disipline karşılık gelir. Bugün bu disiplinin bu terimle anılmasının ise uzun ve ideolojik bir hikayesi vardır.

Ama kolaylık olsun bu terim kısaca, etnomüzikolojinin en önemli isimlerinden Alan Meriam'ın ünlü kitabının adı gibi müzik antropolojisi olarak da adlandırılabilir. Alan Meriam'ın önemi, bugün hala geçerliliğini koruyan 3 ayaklı bir inceleme modelini 1964'te basılan kitabında sunmuş olmasından kaynaklanır: sesler, kavramlar ve davranışlar.

Bu anlamda etnomüzikolojinin konusu olamayacak her hangi bir müzik etkinliğinden söz etmek mümkün değildir bir klasik müzik konseri, bardaki bir rock icrası, üst kattaki bir komşunun gitar öğrenme süreci vb...

Meriam'ın modeli dahil herhangi bilimsel bir modelin belirli bir vaka araştırması için bir maymuncuk işlevi görmesi elbette mümkün değildir. Ancak model yine de araştırmacıyı bazı tuzaklardan korur. Örneğin "müzik" kelimesinin olmadığı toplumlarda "seslerin" peşinden gidebilir. "Sesler"i bulduğu yerde bunları kaydedip, "notaya" aktarıp evine dönmez. "Sesler" le ilişkili davranışları ve kavramları da araştırır.

Diğer yandan araştırmacının modeli işleteceği kuramsal bir çerçevesi yoksa bu kez ne işe yarayacağı belirsiz bir valiz dolusu araştırma notlarıyla evine dönecektir.

Diyelim ki bir "müzikçi" değil de "fizikçi"siniz ve elinizde bir "bilardo topları modeli" var. Bu modelin gazlara dair bir kinetik kuramı çerçevesi içinde mi yoksa ışığa dair bir optik kuramı çerçevesi içinde mi kullanılacağı çalışmanın kaderini belirleyecektir.

Yine de en uygun modeli ve kuramı kullanıyor olmak da kayda değer bir araştırmanın garantisi sayılmaz. Bir maymuncuk tarif etmek gerekirse bu ancak "yoğun bir emek" ve "derin bir şüphe" olmalı.

"Yoğun bir emek" etnomüzikolojinin ayırt edici bir yöntemi olan, gözlem ve görüşme tekniklerinin kullanıldığı alan araştırmasında harcanır. "Derin bir şüphe" ise her safhanın yeniden ve yeniden sorgulandığı bütün araştırmaya eşlik eder.

Sonuç olarak her iş gibi etnomüzikoloji de yolu yordamı olan çileli bir iş. Ancak müzik üzerine araştırma yapmanın biricik yolu değil.

Daha az çileli yollar da var.

Örneğin "kültür araştırmaları" adı altında, arada TV kanalı izlenme oranlarını takip edip, televizyon karşısından hiç ayrılmadan doktora tezi yazabilmeniz mümkün.

Elbette müzik ya da herhangi bir konu üzerine konuşmak için o konuda disipliner bir araştırma yapmak da şart değil. Ayrıca bu tür bir "bilgi" daha değersiz bir "bilgi" türü de değildir.

Önemli olan hangi "bilgi" türünün nerede "değerli" olduğunu kestirebilmek.

Örneğin kalabalık bir arkadaş toplantısında ya da kahvehanede "etnomüzikolojideki yeni eğilimler ışığında İzmir müzik sahnesinin kent kültürü ile ilişkisi" üzerine bir sohbet konusu açmaya kalkarsanız, arkadaş toplandısında en fazla yalnız kalırsınız, kahvehaneden ise adamı kovalarlar.

Bu tür ortamlar için en iyisi gündelik hayat deneyimlerine dayalı bir "bilgi" türüne başvurmaktır.

Örneğin güzel bir Cumartesi akşamı Kordon'da yaptığınız yürüyüşü ya da gazetede okumuş olduğunuz İzmir'e dair bazı istatistik verileri basitçe hatırlamak yeterlidir: "İzmir ve eller havaya kültürünün politik yansımaları" üzerine güzel bir sohbetin gitmeyeceği ortam yoktur.

Ha, İzmir'i biraz daha fazla gezmiş başka birisi de çıkıp:

"Yahu iyi diyorsun da İzmir'de,

- Gecekondu mahallerlerinde hip-hop dinleyen ve yapan işçi gençler

- Rock ya da metal müzikle yollarını arayan liseli çocuklar

- Akordiyonla Balkan şarkılarını çalarak sokak sokak dolaşan yoksul göçmenleri her sokakta bir apartmandan sallanan bir sepetteki bozuk paralarla karşılayan yoksullar

- Caz müziğine hayatını adamış ama bazen sokaklarda bazen akıl hastanelerinde ikamet eden baba cazcılar

- Geleneksel sanat müziğini sesleri, ney, tanbur, keman ve uduyla yaşatan ve yaşayan müstesna musikişinaslar

- Hastahaneye bile alınma şansı bulamayan deli sokak müzisyenleri

- Halk müziği aşıkları

- Orkestra memuru gibi değil de Klasik Batı müziğine kafayı takmış besteciler, icracılar

var." diyebilir.

Ne dinleyenlerin ne de icra edenlerin hiç birisinin ellerinin bilinen anlamda havaya kalkmadığı bir müzik kültürü. İstatistiklerde yer bulması olanaksız bir toplam.

Bu kültürü farketmeye başlamanın ilk adımı olarak kafayı Kordon'un birazcık arka sokaklarına uzatmak yeterli, etnomüzikolog olmaya hiç gerek yok.

Bir de istatistiklerle kültürü "ölçmek" ya da bilimin çöplüğünde çoktan yerini almış olan sosyal Darwinizm bizden uzak olsun. O işi erbabına, Avrupa Birliği'ne bırakmak en iyisi. AB kültürel "gelişkinliği" ölçmek için sadece kitap, dergi, müzik albümü "tüketimine" değil tuvalet kağıdı tüketimine de bakıyor: kişi başı yıllık tüketim bizde 5 rulo, AB'de 350 rulo.

Belki de belimizi bir türlü doğrultamayışımızda bu noktanın bir payı vardır. Eskilerin dediği gibi: "Tedbirsiz s..maya giden, domala domala taş arar." Aslında elleri havaya kaldırmanın en zor olduğu pozisyonlardan birisi.

Sonuç olarak "İyi güzel de, eldeki bu müzik kültüründen ne çıkar?" diye soran çıksaydı, yanıtım bu kültürün başka bir kültüre, "Mösyö Burjuvazi Haydi Eller Yukarı !" kültürüne evrilebilmesinin olanaklı olduğu olurdu.