Metro, İşçiler ve Wagner

KENTİN SESİ - İZMİR Yazıları

Metro ile ilk tanışıklığım öğrencilik yıllarında, Ankara’daki metro inşaatı vesilesiyle gerçekleşti. Uzun sayılabilecek bir eğitim süresi sonunda mezun olmama rağmen, inşaat hala bitmediği için metroyu kullanmak hiç nasip olmadı. Uzun yıllar cefasını çektik.

Memlekete, İzmir’e döndükten sonra bu kez de buralarda bir metro inşaatı ızdırabı başladı. Yine bir kriz zamanıydı ve tek tük iş ilanlarından birisinde metro için eleman aranıyordu.

Badem bıyıklı müdürü görünce pek şansım olmadığını hissettim ama kısa bir görüşmeden sonra Alman bir mühendis girdi odaya. Belki bu adamla anlaşabiliriz diye bir hayale kapıldım. 12 saatlik vardiyaları olan yer altında bir işti. Belki öğle aralarında trompet de çalışabilirim diye düşünüyordum. Laf boş zamanlardan açıldı, bir baktık Chet Baker (bir trompetçi) üzerine sohbet ediyoruz Alamanla. Konuşmalarımızı pek anlayamayan badem bıyığın yüzünde giderek kontrolü kaybetmiş olmanın verdiği şaşkın ve tatsız bir ifade oluştu.

Haftalar sonra arayan çıkmayınca anladım bizim badem bıyığın aslında kontrolü kaybetmemiş olduğunu.

Kader diyelim, yıllar sonra metronun Bornova-Üçyol açılış törenine denk geldim. Belediye bandosu marşlar çalıyordu. Ben de kaçıncı sıradaydım bilmiyorum ama acemi bir bandocu olarak üçüncü trompet partilerini çalmaya çalışıyordum.

***

Aradan yine yıllar geçti, metro bu Bornova-Üçyol hattında sıkıştı kaldı. Yarım kalan hatların inşaat molozları ise şimdi en işlek caddeleri süslüyor. Şirketler, ihaleler, projeler, sözleşmeler, imzalar, fesihler, çökmeler… Böyle kısır bir döngü sürüp gidiyor.

Başkanımız Mart ayında metro 2009’da bitecek diye açıklama yapıyor:

"Metro ya 2009 sonuna kadar bitecek ya da müteahhitin kendisi bitecek. Hesabını, kitabını ona göre yapsın. Bugün metroyu bitirsin, yarın parasını peşin vereceğim. Ben bugüne kadar her türlü toleransı gösterdim, babam gelse sözümden dönmem."[1]

Bu açıklama işlerin nasıl yürüdüğünü aslında buz gibi anlatıyor: “bugüne kadar her türlü tolerans” gösterilmiş. Neden diye soran yok!

Başkan “parasını peşin vereceğim” diyor, kimin parası diye soran yok!

Çok değil bir kaç ay sonra başkan bu kez metronun 2010 sonunda kesin biteceğini açıklıyor.

Çok değil 4-5 yıl önce de metro 2007 yılında bitecek diye gün sayıyorduk.

Belediyede çalışan bir bürokratın açıklamaları başka gerçeklere daha işaret ediyor [2]. Zamanında şimdiki Konak meydanını kaplayacak büyüklükteki Sarıkışla binası doldurulmuş deniz üzerine 6-9 metrelik ağaç kazıklar çakılarak 150 yıl önce inşa edilmiş. Sarıkışla’yı ise doğal afetler değil zamanın Belediyesi 1953 yılında yıkıyor. Şimdi Güzelyalı’da zemin bozuk diye metro istasyonu yapamıyorlarmış.

Başkanı işadamı olan bir şehrin kaderi başka nasıl olabilirdi ki? Bir işi yapmak için demek ki “işi bilmemek” gerekiyor.

***

Peki, bir işadamı değil de kim olmalı başkanımız? Bir mimar, mühendis, şehir plancısı, doktor, avukat, öğretmen, akademisyen, mali müşavir, sendikacı? Hangisi?

Meslektaşlarım ve listedeki diğer mesleklerden okuyucular beni bağışlasınlar ama onları temsil eden örgütlerin sosyal-demokrat bir başkanla araları her zaman çok sıcak olmuştur. Vardır mutlaka bir bildikleri.

Ama bir de gözün gördüğü var.

Bu uzun geçen yazın sıcaklarında yollar boyunca eriyen asfalta kazma kürek sallayan ya da bahçeleri kendi evlerinin bahçeleri gibi düzenleyen işçiler, her gün giderek daha fazla deliren bir şehrin insanlarını sabırla taşıyan otobüs şöförleri, bilge müze bekçilerimiz, her sabah çöp bidonlarımızı boş bulmamızın müsebbibi işçiler, belki Sovyetler Birliği’nde yetişmiş bandodaki Azeri bir saksafoncu, belki ailesinin öğretmediği Arapça’nın müzikli konuşmasını Türkçe söyleyen atölyeye hapsedilmiş genç bir tekstil işçisi, belki de bu yaz evinizi boyattığınız o yağız Kürt badanacı…

İster şimdi farkında olsunlar ister olmasınlar onlar da aslında kendi örgütleri ile aynı yolu yürüyorlar.

Yolun sonunda da hem bu şehri hem de bu ülkeyi onlar yönetiyor olacaklar.

O zaman İzmir metrosu da yol boyunca tüm Wagner operalarının baştan sona dinlenebileceği uzunlukta olacak. Ama aşağıdaki gibi zeka özürlü bir uygulamaya da açıklamaya da gerek kalmayacak:

“İstasyonlarda pop müzik veya Türk Sanat müziği yayını neden yapmıyorsunuz?

İstasyonlarda düşük volümle hafif müzik yayını yapılmaktadır. Bunda amaç her zevk ve beğeniye hitap etmekten ziyade, peronda bekleme yapan yolculara kulağa hoş gelecek, yormayacak dinlendirici bir fon müziği vermek.”[3]

İlk yıllarda muhtemelen her yerde kendi marşlarımızı dinleyip söylüyor oluruz, aptallıkta hiç bir müzik türünün rekabet edemeyeceği “hafif müzik” yerine!

[1] http://www.haberler.com/kocaoglu-ucyol-uckuyular-metro-insaati-2009-da-ya-haberi/

[2] Hamdi Türkmen, Bu metro zor biter, Milliyet, Ege, 04.09.2009

[3] http://www.izmirmetro.com.tr/ (sıkça sorulanlar)