Kanlı Kahvaltı ve Müzikte “Yavşaklık”

Şöyle İzmir’de uzun süre yaşayıp da sabah kahvaltısı olarak hiç boyoz ve yumurta yememiş birine tam bir İzmirli denemeyeceğini düşünüyorum. Uzun süre derken bu bir insanın tüm yaşamı da olabilir 3-5 yıllık bir zaman dilimi de.

Bu anlamda yaygın kanının aksine İzmir’i ayırt eden asıl şey bu şehirde simite gevrek denilmesi değildir. Bir sıfatın isim haline dönüşmesinin de elbette İzmir’le ilgili bir boyutu vardır örneğin İzmir’deki az kızarmış gibi görünen simitlerin bile alabildiğine gevrek olması ve Ankara’daki kızarmaktan epeyce kararmış gibi görünen simitlerin bile alabildiğine lastik kıvamında olması gibi.

İtiraf etmeliyim ki bu şehirde doğmuş birisi olarak hem boyozla çok geç yakın bir ilişki kurabildim, hem de sanırım hala yanına bir yumurtayı ekleyemedim. Camekanlı seyyar arabaların bir köşesinde akşam fazla haşlanmaktan morarmış, satıcının çıplak elleriyle önce soyulup sonra kirli bir iple dörde bölünerek baharatlanan yumurtalardan birisi bile boyozuma eşlik edemedi henüz.

İster simit ister boyoz Cemal Süreya’nın dediği gibi “kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı”.

“Çay ve Simit” hikayesinde Sait Faik de bu mutluluğu paylaşır ama kahvaltının sınıfsal bir resmiyle birlikte: Dört dörtlük bir kahvaltıdan sonra arabasıyla şirketine doğru yola çıkan patronları ve kibrit kutusunun kapağıdan koparılmış bir parçayla simitin susamlarını dişlerinin arasından temizledikten sonra çamurlu yollara düşen emekçileri anlatan iki sayfalık kısa bir hikaye.

***

Çürümüş bir azı dişini çeşit çeşit tornavida ve kerpetenin kullanıldığı bir saatlik bir operasyonla çektirdikten sonra yapılacak kahvaltının kanlı olacağına hiç şüphe yoktu aynı, AKP’nin Kürt sorununun “çözümü” için sanatçılarla yaptığı kahvaltılara oluk oluk kan bulaşacağına şüphe olmadığı gibi.

TKP’nin çağrısıyla aydınların imzaladığı "Emperyalizmi Dışlayan Türkiyeli Bir Çözüm İstiyoruz" metni tam da bu öngörüye ve AKP'nin Amerikancı dönüşüm çizgisi ile Kürt hareketinin emperyalizmle uzlaşmacı temsilcilerine karşı henüz güçlenemeyen sosyalist seçeneğe işaret ediyordu.

İşçi sınıfının birkaç ay da olsa ülkenin gündemine oturan eylemi, bu birkaç ayda Kürtler'e dönük linç eylemlerine de son verdirmişti.

TEKEL işçileri ile halkın sanatçılarının çay ve simitli dayanışma kahvaltısı tam da AKP’nin kanlı kahvaltısı ile aynı günde bu yüzden düzenlenmişti.

***

Bu anlamda bu kahvaltıya katılan arabeskçileri tarif etmek için Fazıl Say’ın “yavşaklık” benzetmesi hafif bile kalıyor. Peki bu kahvaltıya katılan rockçılar, "solcu" müzisyenler?..

Peki, bu kanlı kahvaltıdan mahrum kalan klasik müzikçilere ne diyeceğiz? Aydınlanmacı, anti-emperyalist, devrimci, anti-kapitalist?

Ya işgal altındaki Irak’ta boru pazarını her gün daha fazla büyüten Borusan’ın orkestrasında koştura koştura çalmaya giden Fazıl Say’a ne diyeceğiz?

Her yıl bagetini Borusan orkestrasını yönetmesi için para babalarına teslim eden Gürer Aykal’a, Fazıl Say’ın değerlendirmesine bakıp Cem Mansur’dan daha yetenekli demekle yetinecek miyiz?

Borusan patronları da Barzani’nin kahvaltı sofrasına oturmamış mıdır hiç?

O kahvaltıların kanı bizim “yavşak” olmayan klasik müzikçilerimizin ceplerindeki paralara hiç bulaşmamış mıdır?

Diyeceğim, “yavşaklığın” aksine kahvaltı sadece kahvaltı değildir, aynı müziğin sadece müzik olmadığı gibi: Mutlu da olabilir, kanlı da!