İzmir ya da Brezilya Açıklarında Kaybolmak: X

KENTİN SESİ - İZMİR Yazıları

Haziran başında bir kaç gün arayla iki ulaşım kazası yaşandı. Brezilya açıklarında Atlas Okyanusu'na düşen uçağı duymamış olamazsınız. Her gün ana haber bültenlerinde uçağın bulunan enkazı ve yolcular ile ilgili yeni haberler çıkmaya devam ediyor. Kazanın ilk günlerinde bu acı olayı "Lost" dizisine benzeterek istismar eden haberler de yayınlandı

En son gelen haberlere göre, 228 yolcudan 41'inin cesedine ulaşılmıştı. Brezilya ve Fransa silahlı kuvvetleri kazanın ilk gününden bu yana uçak ve gemilerle enkaz arama çalışmalarına devam ediyor. Fransız bir nükleer denizaltısının da çalışmalara katılacağını bildiriyorlar. Bir yandan da kazanın teknik nedenleri üzerine bir soruşturma devam ediyor. Müfettişler uçağın hız monitörlerinin hata yaptığı ihtimali üzerine çalışıyorlar.

Fransız Havayolları'nın sadece güvenlik konusunda değil ırkçılık konusunda da kötü bir sicili var. Afrika ve Asya kökenli yolcuların sebepsiz yere üzerlerine dezenfektan sıkılması kadar berbat bir ırkçı sicil.

Diğer kaza ise medyada neredeyse hiç yer bulmayan, Seferihisar yakınlarında bir mülteci teknesinin batması olayı. Akarca'dan yola çıkan teknenin hedefi Sakız Adası. 10 metrelik bir teknede çoğunluğu Somali uyruklu 6'sı kadın, 2'si bebek 43 kişi. Kayalıklara çarpan tekneden bir kaç kişi kıyıya yüzerek ulaşamasa büyük bir faciaya dönüşebilecek bir kaza. Bu bir kaç kişi olmasa okyanus değil kıyıdan 1-2 km uzaktaki bir kayalık adada ölümle yüzyüze gelen bu insanlardan kimsenin haberi olmayacak.

Ne yolcu edenleri var ne de varmayı bekledikleri yerde bekleyenleri. 3 gün adada aç susuz kalmalarına rağmen Lost dizisine benzetmeye bile değer bulunmadılar. Onları arayacak gemiler, helikopterler ve nükleer denizaltılar hiç olmadı. 43 kişi taşıyan 10 metrelik teknenin neden batığına dair "teknik" bir soruşturma da olmayacak.

O bir kaç kişi kıyıya yüzerek ulaşmasa daha önceki benzer "teknik" nedenlerle yaşanan tekne kazalarındaki gibi sahile vurmuş cesetler ve kaybolanlar olacaktı. Sonra bir süre balık satışları düşecekti Seferihisar'da, balıklar mülteci etiyle beslenmiş olabilir diye. Sonra Balıkçılar Kooperatifi Başkanı barbun, mercan, karagöz, çipura gibi balıkların otçul olduğunu, derinde yaşadığını ve etten uzak durduğunu söyleyip yine şu açıklama yapacaktı:

"Gereksiz yere endişe etmeye gerek yok. Halkımız rahatlıkla balık yiyebilir. Üstelik balıklar sabit bir noktada beslenmez. Deniz altında yüzlerce kilometrelik alanda gezgin yaşarlar. Vatandaşlarımız vücutlarının protein ihtiyacını hiçbir zararı olmayan ve faydası herkesçe bilinen balıktan karşılamalıdır."

O bir kaç kişi kıyıya yüzerek ulaşmasa aynı "teknik" nedenlerle sadece 1994-2007 yılları arasında Ege kıyılarında 410 kişinin öldüğü, 402 kişinin de kaybolduğu düzenli olarak yaşanan tekne facialarından birisi daha yaşanacaktı. Tüm bu kazalar okyanusta değil kazaedelerin çığlıklarının kıyıdan bile duyulduğu sahillerde yaşanıyor.

Aralık 2007'de yaşanan kaza ise yine Seferihisar kıyılarında 85 kişiden sadece 7'sinin kurtulduğu Ege'de yaşanan en büyük faciaydı. Sahile vuran cesetleri gören tanıkların anlatımı kazanın "teknik" olmayan boyutunu şöyle anlatıyor:

"Beni en çok bir kız çocuğunun cesedi etkiledi. Yüzünde bir gülümsemeyle ölmüş. Bir de kadın vardı. İç çamaşırından euro çıktı. Ne umutlarla yola çıkmışlardı kim bilir."

Ölü ya da diri, Fransız Havayolları'nın bir uçağı ya da Seferihisar'da bir balıkçı teknesi, İzmir ya da Brezilya açıkları farketmiyor, her kayıp kapitalizmin insanlığın üzerine attığı koca bir çarpı işaretini gösteriyor.

Mutlaka bir kazaya da ihtiyaç yok bu işareti görmek için. Kafka'nın "Kayıp" romanındaki gibi insanlık gündelik yaşamın içindeyken bile kapitalizmde kaybolmaya mahkum.