İzmir’de Ölmek: Şerzan’a…

KENTİN SESİ - İZMİR Yazıları

Bir internet yayınında periyodik olarak yazma sözü verip, uzun bir süre yazmayıvermek olmuyor. Teknik olarak bu mümkün. Basılı bir yayında, yazılmayan her yazı bembeyaz bir boşluk olarak yayınlanamayacağı için bu teknik olarak da pek mümkün değil. İnternette ise sadece eksik bir bağlantı oluyor yazılmayan yazı, farenin üzerinde dolaşıp bir türlü bulamadığı, tıklayamadığı bir bağlantı.
Ama bir yazıyı yazamazken, yazar gibi yapmak da mümkün olmuyor. Sadece her hafta bitirmek üzere başlanmış ve bir kaç paragraftan sonra yarım kalmış yazılar birikiyor.

Bir yazının nasıl yazılamayacağını anlatmak zor. Mümkün olsa bir şarkının nasıl kötü söyleneceğini açıklamaya benzerdi. Bildiğiniz, sevdiğiniz bir şarkıyı kötü söylemeye çalışın, ne demek istediğimi anlarsınız.

Ama bir yazının nasıl yazılamayacağının ipucu bir yazının nasıl yazıldığından çıkartılabilir. Bir yazının nasıl yazıldığının dürüst bir tarifini Nihat Behram’ın “Ömür biter sansür bitmez!” yazısında “Düşünün, yüreğinizde bir kıpırtı var ve doğmak için sabırsızlanıyor.” diye başlayan paragrafta bulmak mümkün.

Bir yazının nasıl yazıldığını okuyunca bir yazının nasıl yazılamadığının da İzmir’de de, başka bir şehirde de benzer olduğunu düşünüyorum.

***

Bunu da şu son yıllarda yeşeren pespaye “İzmirlilik” kimliği ile ilgili yazıyorum.
İzmir’deki cumhuriyet mitinginden sonra başladı sanırım abartılı bir İzmirlilik “bilinci”. Efendim biz İzmirliler şöyle yaparız da şöyle ederiz de bu arada şunu da araya sıkıştırırız diye uzayıp giden alışveriş listeleri bayağılığında listeler.

Doğrusunu söylemek gerekirse İzmir’e dair sevginin de nefretin de bayağılığı insanı deli ediyor.

Aslında İzmir’den Bucaspor’un Süper Lig’e çıkması üzerine İzmir ve futbol üzerine neşeli bir yazı yazabilmek isterdim. Ama bu hafta ülkemizin en acılı haftalarından bir tanesiydi. 28 maden işçisinin ölümüne, Muğla’da faşistlerin gencecik ve dünyalar güzeli bir Kürt öğrenciye, Şerzan’a kıymaları da eklendi.

Şerzan Muğla’da vuruldu, şimdi İzmir’deki bir hastahanede ölümü bekliyor. Maden işçilerinin cenazelerinde bakanlar boy boy, işçi başına cenaze masrafları için 10 bin TL ödediklerini açıklıyor.

Bir kaç hafta önce ise bir seri katil İzmir’i kana buluyordu, Siirt’te bebekler öldürülüyor, kız öğrencilere tecavüz ediliyordu. Mardin’de düğün evinin basılıp çoluk çocuk 44 kişinin katledilmesinin üzerinden de fazla zaman geçmedi.

Bu ülkede ölümün biçimi hangi şehirde yaşadığınıza göre belki değişiyordur. Elbette orta sınıf korkularının ve sevinçlerinin kuşattığı alabildiğine modern bir kente de ancak bir seri katil yakışırdı.
Ama olmadı be çocuk, bu şehirde Kürtlere en fazla taş atar faşistler. Seri katilleri travestiler yakalar.

Bu şehir her şeyi kaldırır ama senin ölümünü kaldıramaz.

Bu şehirde öğrencileri sokak ortasında vurmazlar, öldürüp bir tuvalete asıp sonra intihar etti derler, Serkan Eroğlu’na yaptıkları gibi.

***

Ayrıntıları değişebilir ama bir yazıyı yazamamak da her şehir de aynı olmalı. Yazı yazmak bir yana hiç bir şey yapamayacak kadar derin bir mutsuzluk ve ölüm gibi bir umutsuzluk.

Ayrıntılar değişebilir ama sonuç aynı: en fazla bir ölüm, en fazla yazılamayan bir yazı.

Bunların hele CHP’nin kalesi İzmir’de ne önemi olabilir ki?

CHP’nin hafta sonu kurultayına büyük bir coşku ve sevinç eşlik ediyor.
İkinci Kemal bugünlerde çok yoğun. Kurultayda blok liste mi olmalı yoksa çarşaf liste mi olmalı?

Kolay işler değil.

İşadamlarına, AB ve ABD’ye güven aşılayacak zamanı var.

Ama faşistlerin katlettiği Kürt öğrenci Şerzan için söyleyecek bir çift sözü de ona ayıracak zamanı da yok.