Farrah Fawcett, Kenan Evren ve Michael Jackson

KENTİN SESİ - İZMİR Yazıları

Olaylar birbiriyle ne kadar ilgisiz görünürse görünsün ister istemez aralarında tüm çağrışımlarıyla "mantıksal" bir ilişki kuruluyor insanın kafasında. Bu ilginç özellik, aklın çalışma yasalarından birisi olmasaydı sanırım sinema ya da edebiyat gibi insan etkinlikleri de var olamazdı. Eksik bilgiler ve bağlantılar bir şekilde aklımızda "yazılıyor". Bir nevi "sağır duymaz, uydurur!" gibi düşünülebilir bu özellik.

Bir dönemin simgeleri sayılabilecek, popüler kültürün ünlü figürlerinin aynı güne denk gelen ölümleri şimdi bana "yazdırıyor". Aynı gün bir intihar teşebbüsü haberi de vardı. Fawcett ve Jackson, sırasıyla 70'leri ve 80'leri sembolize eden bir sinema oyuncusu ve bir şarkıcı. Bu iki dönemin arasına bir askeri darbeyle kalın bir çizgi çeken Kenan Evren aynı gün bu ölümlerin yanına başka bir acı ekledi: Eğer 12 Eylül'den yargılanacak olursa intihar edecekmiş.

Hatırladığım ilk dizi "Operadaki Hayalet" benzeri bir dizi olan Belfagor'du. Çocuk aklı, korkup geceleri karanlık balkondan diziye uzaktan arada göz atmayı tercih ederdim. Betonyol denilen semtin denize inen dar sokaklarından birisinde otururduk. Akşamları çocukların henüz sokaktan eve sürüklenerek götürüldüğü yıllardı. Her mahallenin bir çetesi vardı, öyle üç beş kişilik değil onlarca çocuktan oluşan çeteler.

Sanırım Farrah Fawcett'in başrolünü oynadığı "Çarli'nin Melekleri" dizisi oynarken, 70'lerin ikinci yarısında okula başlamıştım. Okuldaki çeteler daha örgütlü ve ciddiydi.

Mahalle ve okuldaki örgütsel dökümanlarımız içinde edebiyat klasiklerinin çizgi roman olarak yayınlandığı, "Milliyet Çocuk" dergisi ve muhtelif ebatta çizgi romanlardı.

Artık Hatay semtinde oturuyorduk, meşhur "Hatay Ülkü Ocağı"nın sokağında. Fırının yanında bahçeli bir dairenin girişinde tüm kapıyı kaplayacak kadar büyük bir kurt başı resmi vardı. Kapıyı açık gördüğümü hiç hatırlamıyorum.

Bir gün babam elimden tutmuş yürürken durdurulmuştuk mahallede: "Sağcı mısın, solcu mu?"

Apartmanımızın köşesinde kaç devrimci vuruldu hatırlamıyorum. Ama yaralı olanların sokakta dakikalarca yardım istediğini ama kimsenin de kolay kolay inip el uzatamadığını hatırlıyorum.

Silah ve bomba seslerini duyduğumuzda evde hemen yere yatılırdı. Bu gecelerden birisinin sabahında ülkü ocağının bombalandığını öğrendik. Ocak tekrar açılmadı diye hatırlıyorum, yanık kurt başı resmi uzun süre kapının üzerinde durdu.

Farkında değildik belki ama günlük hayat "Çarli'nin Melekleri"nden daha hareketliydi. Dizinin oynayacağı akşamı heyecanla beklerdik.

12 Eylül'le ilgili özel bir an hatırlamıyorum. Sürekli TV'ye Kenan Evren çıkardı. Ancak uzun yıllar sonra 12 Eylül anının kendi ilk gençlik yaşamlarımız üzerindeki etkisini anlayabildik. Önce ortaokul ve lisedeki faşist müdür ve müdür yardımcıları vesilesiyle. İzmir 60. Yıl Anadolu Lisesi'nde, Eşrefpaşa Lisesi'nde vb. Sonra dinleyemediğimiz güzel müzikler, hiç rastlayamadığımız güzel romanlar, yıllar sonra duyduğumuz güzel filmler yoluyla. Yine de İzmir'de Yılmaz Güney'in filmlerini Yunan TV'sinden izlemek mümkündü.

Onlarca kişilik arkadaş grupları bir yana üç beş kişilik küçük örgütlerimiz vardı artık okulda. Michael Jackson'ın parladığı yıllarda bu müzik zengin çocukların ya da onlara özenenlerin müziğiydi. Bizim aklımız 80 öncesinin "gürültüleri"nde kalmış olmalı. Önce "The Wall" filmi ile Pink Floyd girdi hayatımıza. Ama arkası gelmedi. Sonra heavy-metalde bulduk aradığımız gürültüyü, yokluk yıllarında. Örgütsel dökümanlarımız da erotik dergiler yanında önce GırGır sonra da Limon-Leman mizah dergileri oldu.

Ancak uzun yıllar sonra 12 Eylül anının kendi ilk gençlik yaşamlarımız üzerindeki etkisini anlayabildik.

Bir sınıftan kaç arkadaş akıl hastanesine düşebilir? Ya aynı arkadaş grubundan?

Çocukluğumuzda alıştığımız kalabalıkları, sıcaklığı bir daha hiç bulamayan arkadaşlar.

Ha, bu arada babamın faşistlere o gün ne yanıt verdiğini hatırlamıyorum ama 12 Eylül'den sonra Bornova Anadolu Lisesi'nden İmam Hatip Lisesi'ne "komünist" olduğu için sürüldüğünü hatırlıyorum. Böyle bir karşılıklı değiş tokuş oldu o yıllarda bu iki lise arasında. Sorun şu ki babam komünist değildi ve yeni okulundaki ilk yarı tatilinde onu umre ziyaretine yolcu ettik.

Sürgünün gereğini yerine getirmesi için ise aradan epeyce yıllar geçmesi gerekti.