En kısa ve en uzun gün

KENTİN SESİ - İZMİR Yazıları

Nazım babanın jandarması, geçen hafta Karaburun’un Ambarseki köyünde 89 yaşında öldü. Cezaevi komutanının izniyle Piraye ile Nazım’ın, dışarıdaki bir günlük buluşmalarına da refakat eden jandarma eri. Nazım’ın belki de hayatının en güzel ve acı günlerinden birisinin son tanığı. Göz açıp kapayana kadar geçen kısacık bir gün ve ayrı geçen yılların, mevsimlerin sığacağı kadar uzun bir gün.

Dünyanın aynı anda hem en kısa hem de en uzun günü.

Gazete, okuma yazma bilmemesine rağmen jandarmanın, evinde Nazım’ın tüm kitaplarını sakladığını yazıyor. Köyde yaklaşık 700 yıllık bir çınar ağacına da zamanında “Nazım ağacı” adını vermişler.

700 yıllık bu ağaç da Karaburun isyanının tanığı olmalı:

“İlk sözü söyleyen Aydınlı oldu:

- Dost musunuz düşman mı? dedi. Dost iseniz hoşgeldiniz. Düşman iseniz boynunuz kıldan incedir.

- Dostuz, dedik.

Ve o zaman öğrendik ki, Sarohan valisi Sismanın ordusunu, yani toprakları tekrar hünkâr beylerine vermek isteyenleri, bizimkiler Karaburunun dar, dağlık geçitlerinde tepelemişlerdir.

Yine, o yolparacılar koğuşunda yatan Hüseyin'e benziyeni dedi ki:

Buradan ta Karaburunun dibindeki denize dek uzayan kardeş soframızda bu yıl incirler böyle ballı, başaklar böyle ağır ve zeytinler böyle yağlı iseler, biz onları, sırma cepken giyer haramilerin kanıyla suladık da ondandır.” (Nazım Hikmet, Şeyh Bedreddin Destanı)

Ortadoğu’nun en önemli entellektüel merkezlerinde felsefe, matematik, fizik ve astronomi eğitimi görmüş Bedreddin’in önderlik ettiği büyük isyan.

Bedreddin ve müritleri Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal sanki Marx, Engels ve Lenin’in aynı dönemde buluşmuş hayalleri gibi geliyor bana şimdi.

***

Aklımda gazete haberi, Nazım ve Bedreddin, geçen hafta gerçekleştirilen 2. Karaburun Yarımadası Türk-Yunan Dostluk Günleri’ne doğru yola koyulduk.

Karaburun yolu, Gökova Körfezi’ne inen yollar gibi dik rampalar, sık virajlarla dolu. Insan sanki virajı dönünce olağanüstü güzellikteki koylara doğru uçurumlardan aşağıya arabayla uçacak ve bundan üzülmeyecek gibi hissediyor.

Karaburun Gündelik Yaşam Bilim ve Kültür Derneği'nin öncülüğünde gerçekleştirilen Dostluk Günleri’nin asıl anlamı, mübadele zamanı giden Karaburunlu Rumların çocuk ve torunlarının, ailelerinin terk etmek zorunda kaldıkları diyarları ziyaret etmeleri. O anlara tanıklık edemedim ama hem eski komşuların hem de ziyaretçilerin çok duygusal anlar yaşadıklarını anlattılar.

***

Cumartesi akşamı Karaburun merkezi’nde bir çay bahçesi tahta sandalyeleri ile yazlık bir sinemaya dönüştürülmüştü. Önce bu yıl üniversiteye başlayacak olan gençlerden oluşan inanılmaz bir sound’u daha şimdiden yakalamış progresif bir rock topluluğu sahne aldı. Biz de İzmir’deki grubumuzla bir süre tıngırdattık. Panos’un da gitarıyla eşlik ettiği santur dinletilerinden sonra Yunanlı dostlar Fotini, Dimitris, Dino ve Fransız Yves’den oluşan Gastibelza grubu rebetik şarkılarını çaldılar. Çay bahçesi tıklım tıklım doluydu ve etkinlik yola taşmış kalabalıkla geç saatlere kadar devam etti.

Jandarma eri artık hayatta olmasa da yakınlarımızdaydı. O cumartesi, Piraye ile Nazım’ın hayatlarının en kısa ve en uzun günleri gibiydi. Birlikte yaşanmamış on yılların hasretinin sığdırılmaya çalışıldığı göz açıp kapayana kadar geçen bir gün.

Gün doğumunu izlemek için taş evden çıktığımızda sabah olmak üzereydi. Yunanlı dostlar, müzisyenler ve geceyi düzenleyenler taş bir evin avlusunda çalıp söylemeye devam ediyorlardı. Her zaman olduğu gibi avluya açılan yeşil tahta kapıyı aralık bıraktık çıkarken. Rebetik türküler kapı aralığından sokak boyunca bizi yalnız bırakmadı.

Dr. Bozkurt ile sahile oturup sohbet etmeye başladık aydınlanmaya çalışan karanlıkta. Ama güneş bir türlü doğmadı. Sırayla sonbahar, kış ve ilkbaharı yaşadık.

Kısaca o cumartesi de en kısa ve en uzun günlerden birisiydi.