Çileli bir Kampüs: Tınaztepe

KENTİN SESİ - İZMİR Yazıları

Tınaztepe kampüsü Dokuz Eylül Üniversitesi’nin en büyük kampüsü olmalı. Mühendislik ve fen-edebiyat fakültelerinin yer aldığı çileli bir kampüs.

Çileli, çünkü ulaşım tam bir kabus. Sabahları kampüse giden otobüslerden birisine binmek ve derse yetişebilmek neredeyse olanaksız. Ya otobüs geçmez ya da daha da kötüsü otobüs gelip geçer. Yani o kadar doludur ki şöför durakta bile durmaz. En kötüsü de bu otobüslerden birisine binebilmek.

Yani büyüklerinizi veya kardeşlerinizi omuzlayarak önce otobüsün kapısına ayak basmak gerekiyor. Sonra da semtine göre 1-2 saat arası süren berbat bir sabah trafiğinde neredeyse herhangi bir yere tutunma ihtiyacı bırakmayacak kadar yoğun bir kalabalığın içinde yolculuk yapmak gerekiyor.

Tam kampüsün dibine geliyorsunuz bu kez de otobüs büyük ihtimalle yakındaki semte girip sizi 15-20 dakika daha bir daire çizerek dolaştırıyor.

Bu kadarla bitse yine iyi. Bu kez de otobüs tam kampüsün kapısında yolcuları indiriyor. Sizi kampüsün içine 10-15 dakikalık yeni bir yolculukla götürecek olan ring otobüsünün için yine beklemeniz gerek.

Diyelim ki zamanında vardınız ve derse girdiniz. Ne bölümünüzdeki hocaların ne de öğrencilerin adapte olabildiği “aktif” eğitiminiz artık başlayabilir.

Dersten sonra kütüphaneye veya yemekhaneye gitmek için de yürüyerek tepeler inip aşmak zorundasınız.
Evden çıkmanızla başlayan tam “aktif” bir eğitim.

Bunun için öğrenciler bir de üstüne para ödüyorlar!

Kampüsteki boş zamanlar için de harika Tınaztepe: Olağanstü bir doğal çevrenin içinde beton ve asfalt yığınına çevrilmiş bir bilim yuvası.
Bırakın kampüs içinde hocaların ve öğrencilerin bir araya gelebilecekleri sosyal mekanları, bölümlerin içinde bile iki öğrencinin aynı derste değilse karşılaşma olasılığı neredeyse yok.

Eski değil daha çok yeni inşa edilen modern bölüm binaları neye benziyor biliyor musunuz? Tam Amerikan filmlerinde gördüğümüz ortası büyük bir boşluk olan çok katlı ve 1-2 kişilik hücrelerle çevrilmiş soğuk duvarlar ve dar merdivenlerden oluşan bir hapishaneye.
Ama umutsuz olmaya gerek yok, her şey daha da iyiye gidiyormuş bu hafta öğrendim: Koca bir yalan!

Yakın zamana kadar öğrencileri kampüsten şehir içindeki en yakın semt merkezine, Buca merkeze ücretsiz götüren otobüsler de kaldırılmış!

Rektörlüğün ve belediyenin inanılmaz bir uyum içerisindeki kollektif çalışmalarının ürünleri olmalı tüm bunlar.

Ama umutsuz olmaya gerek yok, her şey daha da iyiye gidiyormuş bu hafta öğrendim: Koca bir doğru!

Bunu kampüslerinden namussuzları kovalayan öğrencilerin bizi davet ettikleri bir söyleşiye katılınca gördüm. Popüler kültür ve müzik üzerine güzel bir bahar öğlesinde bize ayrılan konferans salonu yerine ağaçların altında başlayan ve neredeyse son öğrenci de gidinceye kadar bitiremediğimiz söyleşide Deniz Gezmiş ve Roger Waters’ı, Che Guevera ve Ceza’yı, Janis Joplin ve Mersedes Sosa’yı, ağaçların altındak Ruhi Su, Timur Selçuk, Selda ve Cem Karaca’yı.

Sadece onlar, gençliklerinden, bilgeliklerinden ve alçak gönüllülüklerinden olacak, bunun farkında değillerdi. Kendilerini Tınaztepe Kampüsü’nde okuyan öğrenciler sanıyorlardı hala.

Bu hafta gidince öğrendim. Tınaztepe Kampüs’ünde aslında Oxford ve Cambridge Üniversitesi kampüslerinden, Stanford ve MIT kampüslerinden daha fazla umut vardı. Ve daha fazla güzellik!