Büyük Alevi Mitingi

KENTİN SESİ-İZMİR Yazıları

Bir süredir bu köşeyi, yani İzmir kentinin sesini tek başıma temsil edemediğimi ve edemeyeceğimi düşünüyordum. Bu yargımda da yaklaşık 3 yıldır bu köşede benim hep eksik kaldığım yönler kadar İzmir’in sesini temsil etmenin kolay kolay herhangi bir yazarın da tek başına eksiksiz yerine getiremeyeceği bir görev olduğunu düşünmem de önemli bir rol oynadı.

Eksikler derken o utanç verici yazılamayan haftalar kadar yazılan her yazının da şöyle doğru düzgün insanın içine sinen bir İzmir yazısı olamayışını da kastediyorum.

Neyseki tam ben bunları düşünürken bir okurun ilettiği İzmir yazısı imdadıma yetişti.

Eğer soL portal editörleri uygun bulurlarsa en azından ayda bir yazıyı okurlardan gelen İzmir yazılarına- okur mektuplarına değil- ayırmak istiyorum. Yani işçilerden, emekçilerden, yurtseverlerden, gençlerden, emeklilerden, lise ve üniversite öğrencilerinden, dostlardan ve yoldaşlardan gelen İzmir yazıları. Bunun için yazarların kendi gerçek isimlerini kullandıkları, soL portal’ın uslubuna ve ilkelerine uygun ve İzmir üzerine yazdıkları yazılar olması yeterlidir diye düşünüyorum. Benim tek kişisel ricam 3 bin vuruşu geçmeyen yazılar gönderilmesidir. Bunu da daha uzun yazıların internetten okunma zorluğunu gözeterek sadece köşenin okunurluğu açısından talep ediyorum.
Bir başlangıç olması dileği ile Alevi bir okurun, Ali Ekber Yurtsever’in bir yazısını paylaşıyorum.

Pazar günü Gündoğdu meydanında 13.00’da yapılacak Büyük Alevi Mitingi ile ilgili olarak kesinlikle ben daha iyi bir yazı yazamazdım.
Umarım okurlarla da bu mitingde buluşma şansımız olur. İlla yazarlar okurlarla imza günlerinde buluşacak değiller ya! Bu kez de mitingde, TKP kortejinde buluşuverelim!

“1970 li yıllar...

Doğu Anadolu Bölgesi. Bingöl doğumluyum. Annem ve babam Kiğı ilçesi Korkan(Sarıdibek) köyünden. Bingöl de oturuyoruz. Babam devlet memuru. İlkokul öğrencisiyim.

Yıllarca birlikte oyunlar oynadığımız,ekmeğimizi suyumuzu paylaştığımız arkadaşlar ansızın gerçek yüzlerini göstermeye başladılar. Anlamsız şeyler olmaya başlamış, evimize, aşımıza saldırmaya başlamışlardı. Günün her saati kavga ile geçiyordu. Bize söylenen küfürlerin önüne, arasına sıkıştırlımış Kızılbaş nitelendirilmesi nedenin ne oldugunu ortaya çıkarmıştı. Olaylar içinden çıkılmaz duruma gelince göç zorunlu hale gelmişti.

Yıl 1977, yaşam İzmir’de devam ediyordu artık. Ortaokul: Yeşilyurt Şehit Gazeteci Hasan Tahsin. Din ve ahlak dersi haftada bir kez işleniyordu. Ama tüm sınıf bu dersi iple çekiyordu. Ögretmenimiz ışık saçan hoşgörüsü ve bilgisiyle, aydın bir hanımefendi idi. Ders, ağırlıklı olarak güncel sorunların tartışıldıgı, ülkemizi nasıl uygar bir geleceğe taşıyabileceğimiz, eksiklerimizin neler oldugunu belirlemeye çalıştığımız, kalkınmış ülkelerin başarıları nasıl ve hangi yöntemlerle yakaladığı konuları üzerinde yoğunlaşıyordu. Her öğrenci söz hakkı alabilmek, düşüncesini anlatabilmek adına heyecanla, coşkuyla, parmaklarıyla beraber tüm bedenini ayağa kaldırıyor, keyif dolu 45 dakikalar yaşanıyordu. Ne tadına doyulmaz anlardı...

Aydınlık günler bitmiş, karanlık çökmeye başlamıştı. Ögretmenimiz sürülmüştü. Artık başka yerlerdeydi.

Derken, din kültürü ve ahlak dersine yeni biri geldi. Tıknaz, kafası kel, boyu kısa ama ekonomik durumunu açıkça belli eden tombul ve al al yanakları vardı. Ne güzel bir manzaraydı bu. Ben okul harçlıgını çıkarabilmek için sabahları simit satıp öğlen okula gidiyordum. Zevkle, keyifle. Çünkü aydınlık yüzlü eğitimcilerimizin olduğu, öğretimden önce eğitildiğimiz, olaylar karşısında duruşlarıyla, örnek kişilikleri olanların çalıştığı bir yuvaydı orası..

Yeni dincinin kendini tanıttıktan sonra ilk sözü kimlerin namaz surelerini ezbere bildiğiydi. Sınıfın yarısına yakını bilmiyordu. Bunun önemli olup olmadığının bilincinde değildik. Bize asla yalan söylememiş öğretmenlerimizden aldığımız düsturla bilmeyenler listesine girmiş bulunuyordum. Gelecek hafta herkesin bu sureleri ezberlemesini buyurmuştu hazret. Ama kimse pek aldırış etmemişti. Sonraki ders ezberlemeyenler tahta önünde ayaktaydı. Sıra dayağı başlamış herkese iki tokat bense gururla taşıdığım ismimden dolayı bir fazla tokat yemiştim. Ben buna alışıktım. İlkokul birinci sınıftayken faşist bir stajyer öğretmen bir sıra dayağı esnasında herkese tokat atmış benim ismimi öğrenince bana yumruk atmıştı.

Zat-ı muhterem, ezberleyenlerin 10 puan alacağını, onu buldukları her yerde sözlü sınava girebileceklerini belirtmişti. Ve zar zor ne oldugunu anlamadığımız birtakım arapça metinleri ezberledik. Kendisini bulduk. bana Suphanekeyi oku dedi. Tam başlayıp bir tümcemi söylemiştim ki tamam 10 dedi. Ne hayal kırıklığı. O kadar zor bir dilde oku, tüm sureleri ezberle ve beyefendinin başından savması.

Bir süre sonra tayini çıkmıştı.Nereye mi? AMERİKA

Açıkçası unutmuştum onunla ilgili şeyleri. Ne önemi vardı ki? Yıllar sonra bir televizyon kanalında inciler döktürürken yakalamıştım. Anında anımsadım, adıyla, sanıyla. Dinci bir gazetenin genel yayın yönetmeniydi. O an dimağımda herşey gün ışığına çıktı. Attığı fazladan tokatı hatırladım. Taşlar yerine oturmuştu artık. Öyle ya! Sen sure ezberletmek adına öğrencileri tokatla, sonra onlar bu zorlamayla ezberlesinler, 3-5 saniyelik sözlü bir sınavla çocukların tam olarak öğrenip öğrenmediklerini sorgulamadan ucuza 10 puan dağıt. Şimdi düşünuyorum da bilenleri sınav yapmamış, bizim saflığımızdan yararlanmış, bilmeyenleri ortaya çıkarmış onları da üstünkörü sınav yapmış işini bitirmişti. O zaman sormaz mı insan kendine, biliyorum deyip sıyrılmak varmış bu sahtelikten. Ya da surelerın ilk tümcelerini ezberle geç bu yalan örgüsünden... Ne güzel bir din öğretme yöntemi! Kendi içinde dahi yalan dolan barındırıyor.

Bize o gün pazarladıkları müslümanlık sayesinde köşe kalemşörleri olmuşlar. Ama adları gizli kalarak. Ben Ali Ekber Yurtsever. Adıma layık bir şekilde gizlenmeden sade bir vatandaş olarak yazıyorum. Korkmadım korkmam da !..

Heyyyy gidinin din öğreticisi heyyyyy!!!!

Ha adı mı?

Derse girerken kendini tanıtmıştı: Taha Kıvanç!”