Wagner ve Verdi

Toplum olarak hep “kendimize göre” konuları gündeme getirdiğimiz için, uluslararası kültüre ilişkin konular bizi pek ilgilendirmez. Örneğin 2013 yılı, iki büyük opera bestecisi Verdi ve Wagner’in 200. doğum yılıdır. Gündem açısından şimdi söyleyin lütfen: Verdi ve Wagner mi önemlidir, yoksa Adana Valisi’nin ağzından kaçıveren “gavat” sözcüğü mü?

Sağ olsun, Evrensel Kültür dergisi, geçenlerde benden Verdi ve Wagner üzerine yazı istedi de, uluslararası gündeme el atabildim. İnat bu ya, soL okurlarının da bu iki besteci hakkında özet bilgilerden yoksun kalmasını istemiyorum:

Wagner, “sanatçı kişilik” açısından Verdi’ye benzemez: Wagner’in büyüklüğünde, herkese karşı bir kişilik, Verdi’nin büyüklüğünde ise herkesle beraber olan bir kişilik vardır. Wagner, halkının ilgisini ancak yaşamının sonlarında kazanabilmiş, Verdi ise halkının sevgisini yaşamı boyunca görmüştür.

Romantik dönemin değerli bestecilerinden Robert Schumann’ın Wagner hakkındaki değerlendirmesi şöyledir: “Wagner’in kurnazlığı kadar keşke ezgisi ve sezgisi de gelişmiş olsaydı…”

Oysa Adolf Hitler’e göre, “Wagner, üstün Alman ırkının bestecisi”dir. Bu nasıl bir “üstün ırk”sa Wagner, dostlarından aldığı borçları ödemeyerek yıllar boyu bunu alışkanlık haline getirdiği için sıkça ülke değiştirmiş, ya da kaçamadığı zamanlar kısa süreli hapisler yatmıştır. Almanya’da 1848 Devrimi’nden etkilenen “üstün ırkın bestecisi”, sol bir örgüte üye olmuş, hakkında çıkarılan tutuklama kararından kurtulmak amacıyla Lizst’in yardımıyla İsviçre’ye sığınmıştır. Burada, sol görüşlerinden çark ettiği için, Almanya’da hakkında af çıkarılmış, sonra da ruh hastası olmakla tanınan Bavyera Kralı II. Ludwig, besteciyi Münih’e çağırmıştır. Ondan ötesi, “Yürü ya kulum!..”

Besteci olarak Wagner’in getirdiği en değerli katkıların başında, çağdaş armoniye yol açan yeni, atılımcı kavrayış gelir: “Tristan akoru” örneğindeki sıçramalı yenilikçilik, tonal armoni kurallarının dışında geliştirilmiştir. Wagner, şu kavramları da müzik dünyasına armağan etmiştir: Opera sanatının tanımı olarak “Bütün sanatların bireşimi” “Leit-motiv” (kılavuz motif) ve “sonsuz ezgi”…

Verdi ise yaşamı boyunca “insan”ı öne almıştır. Onun şu sözünü siz de unutmayınız: “Şarkı, tek başına gerçeği yansıtmaz ama bir şarkı sesi, orada insanın olduğunu kanıtlar.”

İtalya’nın bir kasabasında doğup büyüyen Verdi’nin besteciliğinde belirleyici kökleri arayanlar, onları İtalyan şarkılarında, çocukluğunda dinlediği köy ezgilerinde, bando müziğinde ve Rossini, Donizetti, Bellini gibi kendinden önceki İtalyan bestecilerin melodi birikiminde bulur. Besteciye ün kazandıran ilk opera eseri, 1842’de yazdığı “Nabucco”dur. “Zulme başkaldırı”yı simgeleyen bu eserde Verdi, ülkesinin içinde bulunduğu durumla Nabucco’nun konusu arasındaki benzerlikleri vurgulamış, eserin sahnelenmesi İtalya’da bir olay yaratmıştır. Sürdürdüğü ulusalcı ve bağımsızlıkçı tutumuyla Verdi, Maestro della revoluzione (Devrimin Müzik Ustası) diye nitelenmiş, yurtseverlerin simgesi olmuştur: VERDİ = Vittorio Emanuele Re d’İtalia.

Verdi’nin besteciliğindeki üstünlük, müziğinin sürükleyici niteliğinde belirginleşir. Bu müzik, yalın bir çizgi izler. Söz konusu yalınlık, esere derinlik veren “özgüven”den kaynaklanır. Onun için de halkla bütünleşen ilk operası olan Nabucco’da “Kurtuluş”u simgeleyen koro müziği, o gün bugündür İtalyanların ulusal şarkısı gibi benimsenmiştir.