Akıldan çıkmayan bir anı

Doğu Anadolu’nun en geri kalmış illerinden biri de Bingöl’dür. Bu ilimizin bir dağ köyünde üç yıl öğretmenlik yaptığım için, yakınlık duyduğum Bingöl’deki deprem, ya da seçimler gibi olağan dışı olayları izlemeye çalışırım. Yerel seçimleri hep en gerici parti kazanıyordu, belki bir kez de BDP aldı.

“Bingöl’de neden hep sağcı bir parti kazanır?” sorusuna daima aynı cevabı vermişimdir:

“Bu yurttaşlarımızın Allah’tan başka sığınabileceği kimsesi yoktur! Hangi parti dine diyanete daha çok yakınlık gösterirse o partinin kazanacağı açıktır.”

*

Geçenlerde bir gazeteci arkadaş, benimle uzunca bir söyleşi yaptı. Yönelttiği sorulardan biri şöyleydi: “Aklınızdan çıkmayan bir anınızı bizimle paylaşmanızı istesem…”

Hiç düşünmeden, öğretmenlik yıllarımda yaşadığım bir olayı anlattım. Elli üç yıl öncesinde tanık olduğum bu olay, hâlâ düşlerime girer. Kimi zaman, yolda yürürken aklıma gelir ve orada durur, taş kesilirim. Birkaç dakika geçmeden de kendimi toplayamam.

Peki neydi beni böylesine derinden etkileyen olay? Vahşet mi? Kan davası nedeniyle bir ailenin toptan öldürülüşü mü? Zehir soğukların yaşandığı zorlu bir kış gününde köyden köye giderken donup ölen insanların günler sonra bulunup köye getirilişi mi? Haftalarca süren kızamık salgınıyla köydeki çoğu bebeklerin ve çocukların ölüp gitmesi mi?

Hayır. Bu gibi çarpıcı bir olay değildi o. Basitti, ama beni çok etkilemişti:

Yine bir kış günü, köyün genç erkeklerinden Sirko, kazma küreği getirmiş, bahçesindeki bir yerin karlarını kürüyordu. Ben de 30 metre uzaklıktaki bir pencereden onu seyrediyordum çaktırmadan. Sirko hep aynı yeri deşiyor, bir çukur açmak istiyordu. Belki bir buçuk metre yükseklikte yağmış olan kar, aylar boyunca yumuşaklığını yitirmiş, kendi ağırlığıyla bastırılmış bir hal almıştı. Sirko boyuna kürüyordu karları. Kürek işi bittikten sonra, sıra gelmişti alttaki kalın buz tabakasına… Sirko, elindeki kazmayla buraya da hırsla girişti. Yarım saat kadar geçince, küreğe yapışıp bu kez buzları çevreye dağıtmaya başladı. Sonunda toprağa ulaşmıştı, ama kazmayı sürdürdü. Ne arıyordu peki yerin altında? Neden toprağı kazıyor ve kazdığı yeri arada bir neden eşeleyip duruyordu?

Bu soruların cevabını birkaç gün sonra Nizo’dan öğrendim: Yazdan kalma ot köklerini arıyormuş Sirko! Loğusa olan karısı Sıdey sütten kesilmiş, çünkü açmış! Ona çorba yapmak istermiş Sirko! Karısı açlığa dayanabilir, ama bebek ölebilirmiş…

Konu komşu yardımlaşmasını, köy dayanışmasını sormak üzereyken Nizo, öyle el ve yüz işaretleri yaptı ki, o günlerde hemen bütün köylünün açlıkla boğuştuğunu anladım. Ardından en bilinen işaret geldi Nizo’dan: Tanrı’nın olabileceği yeri gösterdi yukarılarda. Sonra da kollarını uzatarak dua edip yalvarmaya başladı.

Allah’tan başka sığınacak kimsesi yoktu bu dağ köyünün…