Zulmün kadar yer yakarsın

Berkin Elvan’ı kaybettik.

Şimdi Başbakan televizyonların karşısına çıkıp, Rabia için döktüğü o gözyaşlarının en azından sahtelerini dökecek mi? Nafile bekleyiş.

Ancak iki gün önce aklına gelip de “geçmiş olsun” dileklerini ileten Abdullah Gül cenazesine katılacak mı, acılı anne babaya “başınız sağolsun” diyecek mi? Dese ne, demese ne... Kimsenin de beklediği yok zaten.

İstanbul’un Emniyet Müdürü diye geçinen adamın, Berkin’i Okmeydanı Eğitim Araştırma Hastanesi’nin önünde beklemekten başka hiçbir “eylemleri” olmayan insanların üzerine biber gazı sıkmasını neyle açıklayacağız? Berkin’i kaybettikten sonra orada toplanan insanların tepkisini söndürmek için dün sabahki müdahalesini nereye oturtacağız? Toplumu germek için elinden geleni ardına koymayan AKP Hükümeti bir ufak çıkış noktası bulduğu her yere saldırır, en ufak olaydan kaos yaratmaya çalışır oldu.

Artık Başbakan, freni patlamış kamyon falan değil, resmen bir buldozerdir.

DHKP-C üyesi diye tutturdular Berkin Elvan için. Üzerinden bomba çıktı diye tutanak tuttular. Öldürdükleri tüm gençlerin kanları yalnızca ellerine değil, tüm bedenlerine bulaşmış durumda. Öylesine bir katil güruhu yarattılar ki, nasıl kurtulacaklarının eğitimini bile yapmışlar. “Destan yazan polisler” devlet koruması altında.

Olaylar durmayacak gibi ve Türkiye hızla kaosa sürükleniyor. Baş sorumlusu da başta Başbakan olmak üzere tepeden tırnağa hükümet. Sakinleştirici hiçbir şey yapmıyor, zira tek kurtuluşu Türkiye’nin bir kaos ortamına girmesi. Daha da sertleşecek, bu yüzden sokaklardan uzak durmak gerek. Daha fazla insanın ölmesi bu ülkeyi düze çıkarmayacaktır. Aksine mevcut hükumetin ekmeğine yağ sürecektir. Ardı ardına gelen ses kayıtları zaten yeteri kadar hükümeti sallamış durumda, artık kendi kendine çökecek, parmak darbesine bile gerek yok. Ama direniyor, çaresizce direniyor ve planlar yapıyor.

Bütün sinsi planların arkasında “tahrik” birinci sırayı alır. Önce karşı taraf yoklanır, birkaç geri adım atılır, mağduriyet edebiyatı yapılır ve hiç umulmadık bir anda karşı tarafın sinirlerine hakim olamayacağı bir durum yaratılır. Bu, emperyalizmin en sık uyguladığı taktiktir ve başarısız olması için karşı tarafta çelikten bir sinir olması gerekir. Toplumlar asla “çelik sinir” taşımazlar, mümkün değildir.

Bugün Türkiye çok daha büyük bir gerginlik içerisinde, her an her şeyin olabileceği bir karanlığa doğru hızla sürükleniyor. Tahrik veya daha geniş anlamıyla provokasyon sürekli sıcak tutuluyor ve bahane gözetiliyor.

Fethiye’de olanlar insanın tüylerini diken diken edecek şeyler. Yasal bir partinin ilçede büro açmasına bölgedeki halk karşı çıkıyor. Karşı çıkmaları anlaşılabilir, ama işin linç boyutlarına varması müthiş bir tahrikin ürünü. Mesele artık bir partinin ilçe teşkilatı binasını açmasından öteye geçmiş durumda. Ortada kin ve nefret var.

Çok geçmeden BDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Twitter hesabında şunu yazdı: “Siz bizi kentinize kabul etmezseniz yarın kapınıza bir başçavuş gelecek ve başınız sağolsun diyecek.” Açıkça tehdit. Nefret suçu. Yeniden olayların tırmanmasını sağlayacak işaret fişeği.

Öte yandan, cemaatten intikam almayı aklına koymuş olan hükumet, Silivri’deki tutsakları salıverdi. Ama şunu da ekledi: “Sizi paralel hapsetti ben salıyorum, ama bakın katilleri de salıyorum. Bu kadar itibarsızlaştırıyorum işte sizi.”

Trabzon’daki futbol maçı meydan savaşına dönüştü. Her şey insanları sokağa çağırıyor. Vahşetin çağrısıdır bu, çok dikkatli olmak gerek. Toplumu birbirine düşürmeye çalışan, haksızlıkları ve hukuksuzlukları birer ferman gibi önümüze koyanların oyunları.

Cemaat ya da paralel adı her neyse, bugüne kadar bir hükümetin çoktan istifa etmesini gerektirecek onlarca ses kaydı yayınladı. Duracağa da benzemiyor. Hükümet artık bunları yalanlamayı da bıraktı. Tamamen toplumu ayrıştıran bir söylemi tercih etti ve onun üzerinden kendi oy tabanını korumaya çalışıyor.

Her çıkan kaset şu veya bu biçimde AKP’nin kararsız oylarını etkiliyor ve ciddi düşüşlere neden oluyor. Yüzde 30’lara kadar düşen bir AKP’nin bir de büyük şehirleri kaybetmesi halinde, seçimi askıya alması işten bile değil. Anayasa gereği bunu Meclis aracılığıyla yapamıyor. Bunun için de ciddi anlamda “toplumsal hareketlenmelere” ihtiyacı olacak. En ufak kalkışmayı kendi için bahane olarak görecek ve Fransa’nın, Hüseyin Paşa’nın Fransız Konsolosu Pierre Deval’in suratına yelpazeyle vurmasını bahane ederek Cezayir’i işgal etmesi gibi, Türkiye’yi işgal edecek. Evet, yabancı bir ordu gibi işgal edecek. Zira Başbakan Erdoğan’ın başka çıkış yolu kalmadı. Tek hedef yüzde 35’in üzerinde oy alması. Bunu alamayacağını kestirdiği anda sertleşecek, hatta her şeyi göze alarak bir sıkıyönetim ilanına bile gidecektir.

Seçimlere daha 18 gün var ve bu 18 gün Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kritik günleri. Haziran Direnişi’nde bu ülke Berkin ile birlikte sekizinci evladını verdi, dokuzuncusuna izin vermemeliyiz. Zulmü kadar yer yakar bu hükümet. Ateşi kendini yakacaktır.

Siyaset hiç bu kadar kirlenmedi bu topraklarda, ölüm de hiç bu kadar kalleş olmadı.