Sol örgütlenme şart

Henüz tapelerin çoğu ortaya dökülmeden önce, İstanbul’da savcı Muammer Akkaş 25 Aralık 2013’te rüşvet ve kara para soruşturması başlatmıştı. Neydi iddialar?

- Etiler’de polis okuluna ait arazinin ihalesiz olarak hükümete yakın bir şirkete yarı fiyatına verilmesiyle devletin 600 milyon dolar zarara uğratılması,

- İstanbul Paşaköy’deki 10 milyar dolarlık araziye, rüşvet karşılığı maden işletme izni verilmesi

- Sabah-Atv’nin Satışı Turkuaz Medya Grubu’nun elinde bulunan yazılı ve görsel medya organlarının satın alınması için, Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla, bir bakanın koordinesiyle hükümete yakın iş adamlarından yüz milyon dolarları bulan para toplanması,

- İstanbul Pendik’teki 249 parselde bulunan arazinin Kadıköy 3. İcra İflas Müdürlüğü’nden pazarlık sureti ile satışı gerçekleştirildiği, ihale süresince BİM tarafından ihaleye fesat karıştırılarak arazinin kendilerinde kalmasının sağlanması,

- İzmir Urla-Zeytineli dolaylarındaki Başbakan için yapılacak villaların bulunduğu arazinin tamamen usulsüz şekilde 1. derece sit alanından 3. derece sit alanı haline getirilmesi,

- İşadamı A.K’nin, Yönetim Kurulu Başkanı olduğu şirketin, Başbakanlık Müsteşarlığı çalışanı kişiye dosyayı rüşvetle onaylattığının saptanması,

- Mecidiyeköy – Mahmutbey Metro Hattı ihalesine fesat karıştırıldığının belirlenmesi,

- Termik Santral İhalesi Özelleştirilmesi planlanan 14 termik santralin, Başbakan’ın talimatıyla özelleştirme kapsamından çıkarıldığı ve yenilenmesi için kendisine en yakın isimlere ihale edilmeye çalışılması,

- Uluslararası alanda El Kaide finansörü olduğu gerekçesiyle aranan şahsın, Türkiye’de Albaraka Türk ve BİM’in gizli ortağı olduğunun tespit edilmesi,

- Kamu arazilerinin, Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı’na (TÜRGEV) usulsüz yolla devredilmesi.

İstanbul ve Ankara emniyetine, 30 kişinin gözaltına alınması talimatı verilmişti. Listede, Başbakan Erdoğan’a çok yakın 2 isim ile birlikte bürokratlar ve ünlü işadamları yer alıyordu. Ancak İstanbul Emniyet Müdürü Selami Altınok, gözaltı talimatını yerine getirmemişti.

İlerleyen günlerde bu iddiaların çoğunun “dinleme kayıtlarının” servis edilmesi sonucu gerçek olduğu ortaya çıktı. Erdoğan inatla “paralel, montaj, dublaj” dedikçe, her gün yeni bir dinleme servis edildi ve yap-boz bulmacanın parçaları tek tek yerine oturmaya başladı.

Başbakan Erdoğan sandıkla tüm yolsuzluk ve rüşvet dosyalarının kapanacağına inandığından, var gücüyle okuma yazması olmayan ya da okumayan vatandaşların oylarını almaya çalışıyor. Mantığı da şu: Bir ülkenin başbakanı o ülkenin her şeyine karışabilir. Bir savcı, yargıç, iş adamı, sivil toplum örgütleri başbakanın emrindedir. İsterse “asar da keser de”. Kuvvetler ayrılığı, toplumsal sözleşme, yargının bağımsızlığı vb. gibi konularda en ufak bir fikri bile olmayan Erdoğan’ın seçmen kitlesi yüz mılyarlarca dolarlık köprüler, yollar, tuneller, binalar yapan başbakan ve yakın çevresinin üç-beş milyar doları da cebine atmasını normal görüyor. Daha doğrusu Başbakan bunun “normal” olduğunu seçmenine anlatıyor onlar da kabul ediyorlar.

Sorun, Türkiye’de bunları halka anlatabilecek bilinçli bir “sol” örgütlenmenin olmaması. Bu, solun beceriksizliğinden çok, potansiyel tehlike olarak görülmesinden ve önünde meşakkatli bir yol bulunmasından kaynaklanıyor. Sermayeye sırtını dayamayan bir hareketin toplumu bilinçlendirmesi ancak emekle gerçekleşebileceğinden, on yılları aşan süre gerektiriyor.

Sonar Araştırma Şirketi’nin sahibi Hakan Bayrakçı’nın geçenlerde söylediği gibi, Türkiye’de gerçekten “sol” diye adlandırılabilecek seçmen sayısı yüzde yediyi bile bulmuyor. Bir başka deyişle Bayrakçı, CHP, DSP, BDP gibi partileri “sol” olarak kabul etmiyor, haklıdır da.

Ortalık ahlaksızlık, rüşvet, yolsuzluk gibi insani değerleri ayaklar altına alan rezaletlerle yıkılsa da, bunun AKP’nin din tabanlı seçmenini etkilediğini söylemek mümkün değil. Onlar için Erdoğan bir çeşit peygamber soyundan gelen insan ve bu algıyı ortadan kaldırmak da günümüz partileri açısından çok zor. CHP ve MHP’nin oylarını son rezaletler sonucunda bir miktar artırmış olmasının sebebi Türkiye nüfusunun kıyılarda yoğunlaşmış olması. Oysa bilinçli bir seçmen kitlesi, bu kadar rezaletin sonunda hükümeti çoktan devirmiş olurdu. MHP’nin oylarını CHP’ye oranla daha fazla artırması ise yine din tabanlı milliyetçilik politikalarından kaynaklanıyor. AKP’den kaçan seçmen, “sol” diye bildiği CHP yerine, dine daha çok sahip çıkan MHP’yi tercih ediyor. CHP’nin din söylemleri ise karşılık bulmuyor.
Haksızlıklara karşı çıkmanın, mevcut politikalara itiraz etmenin, sadece düzenin değişmesini istemenin, bireysel karşı duruşlar göstermenin, fiyat artışlarına haykırmanın solculuk olmadığını anlatmak bu ülkenin sosyalistlerine düşüyor.

Solun değişmez ilk koşulu örgütlenmektir. Ancak o zaman bir güç haline gelebilir ve dünyayı değiştirmeye soyunabilir. Örgütlü hareket edildiği zaman Türkiye’nin şu anda “demokratik bir hukuk devleti olmadığı” ispatlanabilir.

Aksi halde muktedirler sık sık çıkıp, gözümüzün içine baka baka aynı yalanı söylemeye devam edecekler: “Türkiye demokratik bir hukuk devletidir.”

Yerseniz...