Sanatçılar yerine siyasetçiler sahnede

Üç Silahşorler’in yazarı Aleksandr Dumas Pere’in bizde pek bilinmeyen “Mademoiselle de Belle-Isle” adlı oyununun Paris’te prömiyerini yaptığı geceye Honore de Balzac da katılır. Dumas ile Balzac hiç geçinemezler.

Tiyatronun sahneleneceği ünlü Comedie Française”in merdivenlerinden inerken Balzac, Dumas ile burun buruna gelir. İki düşman birbirlerini süzerken, Balzac “Artık elden ayaktan düştüğümde, yani bir şey yazamayacağım günler geldiğinde bir tiyatro oyunu yazmayı düşünüyorum,” der.
Dumas Pere hemen taşı gediğine koyar: “O halde sevgili dostum, hemen yazmaya başlayabilirsiniz!”

Sanatın tüm dallarında olduğu gibi, tiyatro da bir açmazın içinde debelenip duruyor. Eski oyunlar bazı güncellemelerle, ama elden geldiğince suya sabuna dokunmadan sahneleniyor. Yeni yazılan oyunlar ise “müsamere” düzeyine bile ulaşmıyor. Her şey, ama her şey yirmi-otuz yıl öncesinden çok daha kötü durumda. İnsanlar öylesine sindirildi, yıldırıldı ki, neredeyse muktedirler alınır diye Shakesperare’ın ünlü trajedileri bile sahnelenmez oldu. Toplumsal sorunları en yetkin biçimde yansıtan tiyatro eserleri oynanmaz, yazılmazken, çocukların bile gülmeyeceği abartılı sahne “şaklabanlıkları” tiyatro diye yutturulmaya çalışılıyor.

Sanatın müthiş bir itici güç olduğunu bilen ve bu nedenle de yeşermesine izin vermeyen mevcut iktidar, bir yandan Devlet Tiyatroları’nı kapatma yoluna giderken, özel tiyatrolara ödenekleri kısarken, diğer yandan televizyonlarda yozlaşmış müsamere tarzı oyunlarla insanları her türlü sanatsal “aktiviteden” uzaklaştırıyor.

Oysa yüzyıllar boyu toplumu bilinçlendiren, gereğinde sokak sokak dolaşarak bir çeşit devrim gerçekleştiren tiyatro, en karmaşık konuları bile basite indirgemesi ve slogana kaçmayan mesajlarla insan beyninin kılcal damarlarına kadar işlemesiyle her türlü iktidar için bir korku tapınağı olmuştur. Korku tapınağıdır, zira tiyatrodaki itici güç kaynağını, oyuncuyla izleyici arasındaki fiziksel iletişimden alır. Görsellik tek başına yeterli ve işlevsel olmamıştır. Tiyatronun malzemesi insandır ve onun işlevini, etkisini, anlatısını dekorlarla küçültmek mümkün değildir.

Balzac’a gelirsek, hiçbir zaman iyi bir tiyatro yazarı olamadı. Çok denedi, ama Dumas haklı çıktı. Çünkü Dumas, Balzac’ın iyi bir tiyatro eseri yazamayacağından emindi. Bunun nedeni, Balzac’ın ele aldığı dünyanın alabildiğine geniş, karmaşık ve fiziksellikten uzaktı olmasıydı. Bir anlamda Emanuelle Kant’ın sahneye oturtulması çabasıydı ve çok güçtü.

Romanlarının her biri bir dram, aşk veya bir krizi yansıtmaktaydı, ama Théophile Gautier’ye göre Balzac’ta sahne tekniği diye bir şey yoktu. Gautier, Balzac’ın iyi bir tiyatro yazarı olması için tüm donanıma sahip olduğunu iddia ediyor ve “Birçok tip yaratan, karakterleri irdeleyen, insanları yönlendiren mutlaka sahne oyunlarında da başarılı olmak zorunda. Ancak Balzac düşünmeden karar veren bir yapıya sahip. Yazdığı tüm romanları matbaa aşamasında bile düzeltme ihtiyacı duyan bir yazar. Oysa tiyatro eserlerinde müsveddeleri ardı ardına tashih etmek neredeyse imkansızdır,” diyerek düşüncelerine açıklık getiriyor.

Öte yandan tiyatro sanatı Balzac için yanlış bir iş ortaklığıydı. 19. yüzyılın en büyük yazarlarından olmasına karşın Balzac, orijinallikle kişisel düşünceyi bir potada eritecek bir tiyatro eseri yazamıyordu. Bir tiyatro eseri yazdığında, bunun sahnede nasıl görüneceğini, izleyiciyi ne şekilde etkileyeceğini “tahayyül” edemediği için de başarısız oluyordu. İyi bir izleyiciydi, ama iş yazmaya gelince açıkçası çuvallıyordu.

Ama dünyanın en borçlu yaşayan ve öldüğünde de yüklü miktarda borç bırakan Balzac’ın paraya çok ihtiyacı vardı ve bunun yolu da “iyi bir oyun” yazmaktan geçiyordu. Bu nedenle de tüm dikkatini oyun yazarlığına verdi. Başaramadı.

Mesele Balzac’ın başarıp başaramaması değil elbette, mesele bir tiyatro eseri yazmanın güçlüğü ve onun sahneye konmasının yüceliği. Kendi yüzyılının en büyük yazarları arasında olmasına rağmen Balzac bile iyi bir tiyatro eseri yaratamamıştır.

Bu nedenle, özellikle televizyonlarda sahneye konan, en basit komedilere bile taş çıkaracak kadar ucuzlaşan ve insanlara tiyatro diye yutturulan metinler, Balzac’ın dev dünyasında asla yer bulamayacak kelime ishalidir. İnsandaki tutkunun yaşamı yücelttiği gibi yer ile yeksan edebildiğini de bilen Balzac, yazarlığının bir bölümünü tiyatroya adayamamış, hatta bir bakıma bunda inatçı davranmayarak, tiyatroya saygısını göstermiştir.
L’Ecole des Menages’i neredeyse bir günde yazmıştı Balzac ve bunu yardımcısı Sandeau’ya dikte ettirmişti. Sonra en ünlü kahramanı, tutkuların kralı Vautrin’i bir eserine konu etti, ama romandaki kadar başarılı bir tip yaratamadı. Hatta bu tiyatro eserini yazarken yakın dostu, tiyatro yazarı Laurent-Jan’dan çok yardım aldı, ama olmadı.

Mesele tiyatronun yaşaması. Toplumsal bir mücadele verilecekse ve artık ancak kültür ile kültürsüzlüğü yenmek mümkün olacaksa, siyasetin yapamadığını sanat yapacaksa, tiyatrolar kendini toparlamalı, eğilip bükülmeden, abartıya kaçmadan ve sloganlara sığınmadan herkesi ayağa kaldırmalıdır.

Zaman tiyatro zamanı, ama sanatçılar yerine ne yazık ki “üç maymunu” oynayan siyasetçiler sahnede.