Gelen gideni aratır kuralını yaşayacağız gibi...

Adettir...

Yılın son günü, geçmişi sorgular, ilk günü ise geleceği. Bir mantık zinciri içinde gelişen olaylarda, geçmişe bakıp gelecekle ilgili tahmin yapılabilir, ama mantık dışında olduğunda? Kuzey Avrupa ülkelerinde doğal afetler filan öngörülemez belki, ama bir hükumet bunalımı ya da askerlerin “saraylara” yürümesi beklenmez.

Biten bir yıl, yeni yılın ilk günüyle birlikte “tarih” olur ve bir sonraki yılın yapılanmasında hiçbir etkin rol oynamaz. Yeni yılın ilk günlerinde geçen yıla biraz dokundurmalar, oradan alıntılar yapılır, ama en kısa sürede unutulur ve yeni yıl ağırlığını bütünüyle koyar.

Yüzyıllardır böyle gelmiştir ve böyle de gidecektir. Bir önceki yılın tüm etkin olayları, yeni yılın gündeminden kısa sürede atılır, yeni gündem maddeleri sayfaları işgal eder.

Ancak, geride bıraktığımız yıl kolay kolay unutulacak, sümen altı edilecek bir yıl değildi. Bir önceki yılın Aralık ayında ortaya çıkan yolsuzluk ve rüşvet dedikoduları, aynı yıl Aralık ayı öncesi yaşanan tüm trajedilerin üzerine siyah bir bant çeker ve yeni gelen yılın yeni bir dünya yaratacağına inanır. Elbette öyle bir şey yoktur yaşamın somut çizelgesi içinde. Yılbaşı denilen şey bir takvimdir ve hayatın normal akışı üzerinde, aşırı alınan alkol ve yapay eğlence dışında, hiçbir etkisi yoktur.

Hıristiyan adeti diye yılbaşını kutlamayı “günah” sayan radikal dinciler, televizyon, radyo, telefon, otomobil gibi kendi dışlarında icat edilmiş araçları kullanmakta hiçbir sakınca görmezler.

Geçtiğimiz yılın dünya için en önemli olaylarından biri IŞİD adlı terör örgütünün bugüne kadar rastlanmamış biçimde ortaya çıkması ve dehşet salmasıydı. Dehşet öylesine büyük ve etkili oldu ki, İslamofobi denen kara lekenin tüm Müslüman alemi üzerine kara bir damga olarak işaretlenmesine sebep oldu. IŞİD yalnızca bir terör örgütü değil, aynı zamanda bir “tetikçi” ordusu olarak ortaya çıktı ve kendi yarattığı her canavarı kontrol etmekten aciz ABD bile bu kontrolsüz grubun bölgeden temizlenmesinin otuz yıl alacağını itiraf etmek zorunda kaldı.

Peki bu otuz yıl öngörüsü öyle kendiliğinden mi ortaya çıkmıştı? Elbette hayır. Otuz yıl iyimser bir rakam olarak verilmişti ABD tarafından ve mıntıka temizliği yapmak için birdenbire ortaya çıkan IŞİD’in tüm bölgeyi kontrol altına alması için öngörülen zaman buydu.

Birkaç saat içinde hazırlıksız Musul’u tamamen ele geçiren IŞİD’in, doğduğu nokta olan Suriye’nin kuzeyinden, bir başka deyişle Ayn El Arap’ın (Kobani) burnunun dibinden Musul’a yönelmesi ve sonra yeniden Kobani’ye dönmesi akılları karıştırdı. Zira, Musul yerine Kobani’ye saldırsaydı IŞİD; onları da hazırlıksız yakalamış olacaktı belki, ama öyle yapmadı.

Şimdi Kobani bir destan yazıyor. En çok da kadınlar savaşıyor. IŞİD dünyaya yepyeni bir terör yöntemini tanıtırken, bir anlamda ilk deneme savaşlarını Orta Doğu’nun bu bataklığında veriyor. Sesini tüm dünyaya duyuruyor, ama vahşetin en üst perdeden uygulamalarını bu bölgenin halkı çekiyor. Korkulan, bu dehşetin tüm bölgeye, özellikle de Türkiye’ye sıçraması.

Ortam çok müsait çünkü...

İçeride, yani Türkiye sınırları içinde yaşananlar ise, IŞİD terörüne kapıları açacak cinsten. Güney Doğu sınırları kevgire dönmüş durumda. Henüz IŞİD veya başka bir terör örgütünün bölgeye doğrudan saldırması olası görünmüyor, ama giderek zayıflayan bir halkanın orada oluştuğunu görmemek için kör olmak lazım.

Açılım sürecinin kapalı kapılar ardındaki koşulları da bir süre sonra ortaya çıkacak, zira HDP ve Kandil bu koşulların biran önce açıklanması için bastırıyor. Seçime kadar AKP iktidarının bunu açıklama gibi bir niyeti elbette yok, ama çok da sıkıştığı için çaresizlik içinde kıvranıyor. En önemli hamlesi, seçimleri Nisan ayına çekmek. Bir an önce seçime gitmenin yararları ve zararları konuşuluyor. Birkaç yönden erken seçime gitmek AKP’nin işine geliyor, ama diğer yandan HDP ile anlaşma zemini tam oluşmuş değil. HDP’nin parti olarak seçime girmesi, seçim barajı nedeniyle, AKP’nin işine yarayacak. Bölgede HDP ve AKP’den başka parti yok. HDP’nin barajı geçememesi halinde AKP en azından 330 milletvekili çıkarabileceğini, böylelikle de referandum yolunu açabileceğini hesaplıyor.

Derken Anayasa Mahkemesi çıkıyor ortaya ve bireysel hak ihlalini “Demokles’in Kılıcı” gibi iktidarın tam tepesine asıyor. Seçim barajını AYM sıfırlayacak olursa, AKP hemen meclisi toplayarak barajı yeniden belirleme yoluna gidecek, ama Anayasa ihlali olacağı için barajı yine yüzde ona çekemeyecek. Yüzde 9’a çekmesi ise toplumsal bir tepkiyi beraberinde getirecek, zira yüzde on barajının yüksek olduğunu gerek muhalefet gerekse iktidar sık sık dillendiriyor, ama değiştirmeye yanaşmıyorlardı. Bu barajı kendilerinin koymadığını, 12 Eylül anayasasının bir “garabeti” olduğunu söylüyorlardı.

Aslında işlerine geliyor, ama dillendiremiyorlar. AYM barajı aşağı çekerse, onu yükseltmek de ayrı bir oy kaybınana neden olacaktır. Daha da vahimi, HDP parti olarak da girdiğinde bu kez AKP’nin Güney Doğu hayali ortadan kalkacak. AKP HDP ile açıktan ittifaka girse, bu kez tüm Anadolu’da oy kaybına uğrayacak. Sıkıntılı bir süreç.

Öyle görünüyor ki, 2015 için 2014’e bakılarak bir öngörüde bulunmak imkansız. Hatta terk ettiğimiz yıla hiç benzemeyen yepyeni bir sürece giriyoruz.