Bir Leibniz de bizde olsaydı, fıtrat olmazdı

Yıl 1678...

Almanya’nın Yukarı bölgesinde konuşlanmış olan Harz maden işletmelerini ilk kim yenileştirme çalışmalarına başladı, bilin bakalım. Hiç aklınıza gelmeyecek bir isim: Alman bilim adamı ve filozofu Gottfried Leibniz.

Önce kısaca Leibniz kim, ona bir bakmak gerek. Descartes ve Spinoza’nın yolunda bilimin ve felsefenin önünü açan Leibniz’in en önemli özelliğinden biri, yolunda devam ettiği gibi tarihin en büyük matematikçilerinden biri olarak kabul edilir. En büyük rakibi olarak görülen Isaac Newton ile bir çok konuşta yarıştı. İlk hesap makinelerinin kurucusu sayılır ve icadı Leibniz çarkı olarak bilinir. Bir başka açıdan tüm dijital hesaplayıcılarının temelini onun yarattığı ikili sayma sistemi oluşturur. Yani şu sıralarda bilgisayarların kullandığı yazılım dillerinin hepsi kaynağını Leibniz’in ikili sayma sisteminden alır.

dan bağımsız olarak Sonsuz Küçükler Hesabı’nı geliştirdi ve Leibniz’in formülü yayınlandığından bu yana geniş bir çapta kullanıldı. Geliştirdiği türdeşliğin aşkınsal yasası ve süreklilik yasası 20 yüzyılda matematiksel karşılık buldu (standart dışı analiz aracılığıyla). Mekanik hesaplayıcılar alanında en üretken insanlardan biri oldu. Pascal’ın hesaplayıcısına otomatik çarpma ve bölme fonksiyonlarını eklemeye çalışırken, 1685’te çarklı hesaplayıcıyı ilk tanımlayan insan oldu ve aritmometre -ilk toplu üretilen mekanik hesaplayıcı- kullanarak Leibniz çarkını icat etti. Ayrıca ikili sayma sistemini rafineleştirdi, bu çalışması tüm dijital hesaplayıcıların soyut temelini oluşturdu.

Bu ve benzeri bilgileri neredeyse lise düzeyindeki tüm ansiklopedilerde bulabilirsiniz.

Ama onun Descartes matematiğini alıp neredeyse bu yüzyıla fırlattığını, Spinoza’nın ahlak anlayışını ise şimdi içinde bulunduğumuz Türkiye’nin birkaç yüz yıl sonrasına ulaştırdığını incelemek, okumak, araştırmak en güzel bulmacayı çözmekten daha büyük zevk veriyor insana.

Zevk veriyor, zira bu bilim ve felsefe ışığında insanlığın aslında nereden nereye koştuğunu anlamaya yarıyor. Tam bu sırda da hüzün basıyor insanı içini: Bizde de bir Leibniz olsaydı, “güzel öldüler, bu işin fıtratında var, madencilik yan gelip yatma yeri değildir,” sözleri herhalde kullanılamazdı.

Burada önemli olan, bilim ve felsefe alanında tarihin en büyüklerinden biri kabul edilen Leibniz’in Harz maden işletmeleri için yaptığı fiziki çalışmalar. O çalışmalar bugüne kadar Harz madenciliği Almanya’nın en büyük maden sektöründen biri haline getirmiştir. O dönemde dünyanın en derin maden ocaklarına sahip olan Harz madencilik 300 metre ile 600 metre arasında değişen derinliklere inilebiliyordu ve deniz seviyesinin çok altında olan bu derinlikler dünya madencilik sanayi için çok önemli riskler taşıyordu.

Sanayi devriminin başlarına kadar Harz madencilik, maden sektöründe büyük ilerlemeler kaydetmişti, ancak yer altına inilme daha derinleştikçe sorunlar da artıyordu. Bir yandan da artan tüketip taleplerinin karşılanması gerekiyordu. Madenlerde su kullanımı başladığında yine Harz madencilik su tünelleri açmaya başladı.

Leibniz’in “iyileştirme çalışmalarının” ardından 1690 yılında çıkarılan maden miktarı 1850 yılına kadar aşılamayan bir rekora ulaştı. Bu, Leibniz’in de içinde bulunduğu çalışma grubunun “su kanalları” inşaatı sayesinde gerçekleşti, zira barut ile patlatılan kayaların açtığı hasar ve çökmelerin o güne kadar hep ahşap kullanımındaki eksiklikten kaynaklanan kazalara neden olduğu sanılıyordu.

Bundan sonrası artık çok teknik konular. Sonuçta, Başbakan ve çevresinin “kader” dediği madencilik sektöründeki gelişmeler 17. Yüzyıldan başlamak üzere günümüze kadar sürekli geliştirildi, güvenlik sorunları halledildi ve “işin fıtratı” bir kenara bırakıldı.

Örneğin, 1633 yılından itibaren maden cevheri çıkarma işinde barut hem iskelelerin kuruluşu için tünel açmada hem de cevherin açığa çıkarılmasında kullanıldı. Ama bu şekilde çok yavaş yol alınıyordu. İşte kaza faktörü de o sıralarda gündeme geldi, zira barut, küçük bir sürtünme ile ortaya çıkan ısı nedeniyle kendiliğinden patlıyor ve patlatma istenilen zamanda olmadığından büyük kazalar meydana geliyordu. Leibniz, bütün bu sistemin değişmesine ön ayak oldu.

Daha sonraları, 19. Yüzyılın başlarına gelindiğinde hala maden ocaklarındaki işçiler, herhangi bir kaza anında veya kaza olmadan ocağı terk etmek için merdivenleri kullanıyordu. Ancak derinliklere inildikçe (örneğin 700 metre) günde iki saatten fazla zaman tahliye yolunda kayboluyordu. Ayrıca kaza anında bu merdivenlerin kullanılarak kaçılması imkansızdı. Asansör geliştirildi.

Bütün bunlar madencilik tarihinin her aşamasında adım adım izlenir. Ama Descartes ve onun ardılı Leibniz’in bilim dünyasına katkılarının madencilik sektörünü bile ne derece ilgilendirdiğini bilmek şart.

Bilim ve ahlak... Tüm yüzyılları kaplayarak bugüne kadar neden hiç ilgi ve önemini kaybetmeden gelmiş, şimdi daha iyi anlaşılıyor.