Şebekliğin saldırısı…

Bu yazıda görsel çok: En altta…

Çeşitli zamanlarda, farklı mekânlarda çekilen fotoğraflar, sosyal medyada epeyce paylaşılan, maruz kaldığımız kareler ve anlar…  

Bu yazının sonundaki görsellerden bazılarını şebeklikle, bazılarını dikkat çekmeye çalışmakla, bazılarını da şirin görünmek istemek ya da popülist olmakla, kimisini de “modayla” açıklayamayız kuşkusuz.

Bir akıl yitimi bu.

Dehşetengiz bir çıldırı.

Bu kareleri, bu fotoğrafları anlamak ve anlamlandırmak olanaksız.

Anlamanın konusunu oluşturabilecek bir durum yok ortada.

Mizah desen değil, karamizah desen değil, ironi değil, humour değil…

Şekilsizlik, biçimsizlik, çerçevesizlik…

Ronald Reagan ve Margaret Teacher karşıdevriminin, neoliberalizminin en döküntü, en asalak ürünleri…

İnsan aklını işlemez hale getiren, bozan bir anlamsızlık.

“Yüksek akıl, yüksek ahlak, yüksek estetik düzeni” diye tanımlayabileceğimiz cumhuriyet nizamına tamamıyla aykırı bir şekilsizlikle karşı karşıyayız.

Ankara’da son bir yılda yükselen o zevksizlik abidesi Kaç-Ak Saray’ın bir uzantısıdır yazının sonunda göreceğiniz aday profilleri ve diğer fotoğraflardaki kirlilik.

Kaç-Ak Saray, bu türedi adayların temsil ettiği zihniyetin ve anlayışın taçlanmış halidir çünkü. En üst düzeyidir.

Bu tip sahnelerle memleketin her köşesinde, her dakika karşılaşıyoruz: Şekilsizlik mabedine çevrilmiş ülkemizin bütün caddeleri, tüm sokakları ucubeliğin vesayeti altında. Televizyonu ne zaman açsak, sokağa ne zaman çıksak, sosyal medyada ne zaman dolansak gözlerimiz, ruhumuz, beynimiz, tüm varlığımız gerici ve şekilsiz zevksizliğin tacizine uğruyor.

Aşağıda paylaşacağım karelerden dördü İstanbul, Konya, Malatya ve Tokat’tan. AKP’nin milletvekili aday adayları.

Biri bir kadın: Başına geçirdiği şey başörtüsü değil, türban değil, sarık değil, takke değil; hiçbir kültürde, hiçbir toplumda, hiçbir dinsel inanışta olmayan, bulunmayan acayip bir kisve. Sarık ile bone arası garip, tuhaf, şekilsiz bir kıyafet.

Diğeri bir erkek: Konya’dan aday adayı. Kalpak değil kafasındaki. Hacivat ile Karagöz’ün giydiğine benzeyen, bu toprakların modern birikimiyle yakından uzaktan hiçbir ilgisi olmayan bir başlık, altında kaftan da olmayan garip mi garip bir kıyafet. Tarihsizliğin, anlamsızlığın, yönsüzlüğün simgesi bir anlamda.

Ve bir kadın daha: Kara çarşaflı. HDP’den aday adayı. HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, kara çarşafın bir “rengimiz” olduğunu söyleyivermiş. Kadını, insanlığın ilerici tarihinden süzülen her türlü birikimden, her türlü çizgiden kazıma girişimi aslında kara çarşaf. Kadına yöneltilmiş en büyük hakaretlerden biri. Ama Figen Yüksekdağ’a göre bir “rengimiz”… O kadının yanına Seda Sayan’ı, Tuğçe Kazaz’ı, Nihat Doğan’ı, Ali Ağaoğlu’nu koyabilirsiniz: Her türlü biçimsizleşmeyi, amorflaşmayı, şekilsizliği, anlamsızlığı, akla saldırıyı temsil eden zihniyeti koyabilirsiniz, fark etmez!

Laiklikle, aydınlanmayla, ilerici, kamucu, cumhuriyetçi değerler ve erdemlerle bir an bile yan yana gelemeyecek semboller, bu ülkenin geleceğine sığmaz, sığmayacak.

Kara çarşaf da, türban da kadınsızlığın, kadınsızlık dolayımıyla insansızlığın simgesi. Kara çarşafın, türbanın olduğu yerde “renk” de, “farklılık” da, “yaratıcılık” da, “akıl” da, “irade” de olmaz. Kara çarşafı “bir rengimiz” olarak kabul ederseniz ve laikliği de o rengin “bir teminatı” olarak lanse ederseniz orada vahşi, acımasız, sömürüyle bütünleşmiş bir şeriat düzeni çıkar. Başka bir şey çıkmaz. Tarikatlardan oluşan bu ümmetçiklerin kökü Washington’a da gider, Londra’ya da!

Ve bir taşra kentinde çektiğim bir fotoğraf karesi… Tek kare içine sığdırmakta zorlanmadığım üç unsur: Faizsiz, dolayısıyla helal bankacılık yaptığını iddia eden bir kurum, hemen yanında tesettür kıyafetleri satan tanınmış bir mağaza, üst katındaysa Türk-Amerikan Derneği… Ne kadar da zamanın ruhunu yansıtan bir kare değil mi? Hemen her gün her yerde gördüğümüz bu fotoğraf karesi, aklımızı, var oluşumuzu ve bütünselliğimizi taciz eden bir saldırı.

Anlaşılan o ki, ciddi bir asimilasyona ihtiyacımız var. Gericiliğin her rengine, neoliberal sömürünün her türüne, akla saldırının her cinsine karşı jakoben bir asimilasyona gereksinim duyuyoruz. Akla, vicdana ve insafa saldırının her türüne karşı ciddi ve planlı bir asimilasyondan söz ediyorum.

Nasıl bir asimilasyon? Yağmuru Tayyip Erdoğan’ın yağdırdığını söyleyen barınamayacak bu topraklarda. Referansı “Allah” olduğunu söyleyen aday insan içine çıkamayacak bu coğrafyada. Hurafeyi, safsatayı, bilim dışılığı, şebekliği yutturmaya çalışan en ağır cezayı alacak bu memlekette. İşte böyle bir asimilasyon!

Epilepsi ve Orgazm adlı kitabında şunları paylaşıyor Yalçın Küçük:

“Marksistlerin ve solun, insanlık suçu gördükleri, zorla asimilasyondur. Doğal, kendiliğinden olan asimilasyona Marx'ta herhangi bir tenkit olmaması bir yana, en ileri uygarlıklara benzemeye, dolaylı, bir övgü buluyoruz. İnsanlık suçu olan, zorla yapılandır, bir kampta veya hapishanede işkence uygulayarak yapılanlara insanlık suçu diyoruz, çünkü yöntemi gayri insanidir."

Yoksa… Teorik, ideolojik ve entelektüel şiddet uygulayarak tekellerin yarattığı ve her türlü sınırı aşmış olan, insanı estetik dışı bir şekilsizliğe mahkûm eden bu ucubelikten kurtarmak gerekiyor. Tabi ki siyasi iktidar gücü olmadan bunu başarabilmek imkânsız. Bu düzende insan, estetiğin konusu, nesnesi, objesi olmaktan çıkarılmıştır. AKP despotizmi, bu estetik dışılığın en şekilsiz halidir. Cumhuriyet “Yüksek ahlak, yüksek estetik, yüksek akıl” düzeniyse eğer, erdem ve eşitlik temelinde ve bu ilkeler doğrultusunda yeni insanı yaratma hedefiyle asimilasyon, yani benzetme politikaları uygulamak şart. Asimilasyon ya da homojenizasyon olmadan, eşit ve özgür yurttaşı yaratmak imkânsız.

Liberal ve gerici postmodernizm, bu homojenizasyonu “totalitar diktatörlük” olarak damgalayıp şekilsizliği, dağınıklığı, kaosu “demokratik çeşitlilik” kabul edip kutsuyor. İnsanın çerçevesizleşmesini, yapısızlaşmasını, yönsüzleşmesini “demokrasi ve hoşgörü” olarak kabul ediyor! Oysaki bunun mantıksal sonucu ve uzantısı, tarikatlara dayalı, vahşi kapitalist bir şeriat düzenidir. AKP ve IŞİD ise bu düzenin en barbar sembolleri. HDP’li Demirtaş, AKP’nin İslamcı bir parti olmadığını, AKP’ye antikapitalizm temelinde karşı çıkmak gerektiğini “bile” söyledi dün. Sanki ikisini birbirinden ayırmak mümkünmüş gibi! Sanki emperyalizm, kapitalizm, liberalizm özsel olarak dinsel değilmiş gibi! Kürt gericiliğini Türk gericiliğiyle birleştirme operasyonu bu kadar mı açıktan ve aleni yürütülür! AKP’ye “İslâmofaşist” demek bu denli mi zor!

Ve bir taşra kentinden son bir kare: Polis teşkilatı, kadına karşı şiddete son diyecekmiş! Boy boy posterler kentin dört bir yanına asılmış! Oysa bu gözler, o posterleri görmeden iki hafta önce, polisin Basmane Meydanı’nda “Laik ve bilimsel eğitim isteyen” öğrenci velisi anneleri nasıl copladığını gördü. O posterleri yolumuzun üstüne asmak, gözümüze sokmak, aklımızla alay etmek değil mi?

Bir akıl yitimi bu.

Dehşetengiz bir çıldırı.

Şekilsizliğin, çerçevesizliğin, yönsüzlüğün, arsızlığın ve çirkinliği şiddetiyle sarsılıyoruz.

[email protected]

twitter.com/_ahmetcinar_