Restorasyon şebekesi!

Önemli olan sadece despottan değil,
despotizmden de kurtulmaktır. (Montesquieu)

Şebeke çalışıyor.

Restorasyon şebekesi bu.

Yorulmuş, yıpranmış, bitmiş bir düzeni can havliyle ayağa kaldırma, can çekişen bir sisteme suni teneffüs verme şebekesi.

Şebeke sağlı-sollu çalışıyor.

Dört bir yandan asılıyor: Orasından burasından çekiştirerek düzeltmeye, örtmeye, aklamaya, temizlemeye, vicdanlara seslenmeye çalışıyor şebeke.

Yüzü, sesi, itibarı eskidikçe eskimiş, ekranlardan evlerimizin içine doğru sarktıkça mide spazmlarına girdiğimiz, sarayında gün geçtikçe yalnızlaşan diktatörü alaşağı ederek, onun kurduğu kahrolası düzenin ömrünü uzatma şebekesi bu.

Saraydaki kötü polise karşı hükümetteki iyi ve vicdanlı polis! Belediyedeki arsız sırıtışa karşı kabinedeki “haklı”, mülayim ve ağlak ifade! Hırsızlıklara, kasalara, kutulara karşı “emekli maaşına kanaat edip köşesine çekilmeyi vaat eden”, “bizden biri gibi olan” abi!

Abinin işi belli: “Saraydaki insin de yerine kim gelirse gelsin” diyecek denli bıkmış bir halkın içini ferahlatmak! “Oh işte yesinler birbirlerini” diye sevinenleri, o ucube sistemin devamına boyun eğdirmek!

Öyle anlaşılıyor ki, yokuşta nefessiz kalan, sonra da Haziran’a toslayan “tarikatlara dayalı İslâmofaşist neo-liberal sermaye düzeninin” restorasyonu ihalesinde Arınç’a da kritik görevler verilmiş. Bu görevin yeni verilmediğini biliyoruz. Görünen o ki, Bülent Arınç, Kasım 2013'te ABD'de Başkan Yardımcısı Joe Biden ile görüştüğü sırada aldığı "özel görevi" icra etmeye başladı...

Tekelci düzen kendini yenilemeye, konsolide ve stabilize etmeye mahkum ve mecbur. Bu işleri de “taşeron restoratörlere” vermeyi çok iyi bilirler. “Tayyip Erdoğansız bir Tayyip Erdoğan düzenini” sürdürmek için ellerinden geleni artlarına koymayacakları malum. Şimdi de böylesi bir düzen için hızla “toplumsal rıza” üretmek lazım.

Aile içi kavgayla açıklanamayacak kadar kritik bir operasyon gerçekleştiriliyor besbelli. Sahnede Arınç ile Gökçek’in olması bizi aldatmasın. Sahne gerisinde ve daha derinde tıkır tıkır işleyen restorasyon mekanizması gözden kaçmasın. Son kullanma tarihi dolmuş, deliğe süpürülme vakti gelmiş bir padişah bozuntusunu ne tekeller ister, ne de emperyalizm. Eh öte yandan hayat da devam ediyor: Diktatör eskidi diye düzeni yıkacak değiller ya!

Bakın, restorasyon dönemlerinin vazgeçilmez aktörü Kemal Derviş de Türkiye’de bu aralar. “Restorasyon var dediler geldik” dercesine toplantıdan toplantıya koşuyor. Aynı zamanda eski CHP mebusudur kendisi. Halen de üyesi. O da koşup geldiyse, bu iç dizayn ve düzenleme operasyonunda Y-CHP de var demektir.

Yeryüzündeki her nesneye, her olaya, her olguya, her insana yalnızca ve sadece “çözüm süreci” perspektifinden bakan, lisân-ı hâl ile “Çözüm süreci yoksa hiçbir şey yoktur” diyen Selahattin Demirtaş da şu cümleyle katıldı kopan gürültüye: “Çözüm sürecinde çokseslilik kargaşa yaratıyor!”

Haziran isyanı dahil, bugüne dek bir kez bile “Hükümet istifa” sloganına katılmayan, tam tersine “Hükümet istifa” sloganının çözüm sürecini sabote edeceğini düşünen, şöyle gönül rahatlığıyla ve göğüslerini gere gere “Hükümet istifa” diyemeyenler; Meclis kürsüsünden üç kez “Seni başkan yaptırmayacağız”ı vurgulu bir biçimde söyleyerek restorasyon sürecinde yerini sağlamlaştırıyor. “Seni başkan yaptırmayacağız” tamam da; bu kokuşmuş, her yanından pislik akan İslâmofaşist sermaye düzenini ve onun siyasal örgütü AKP hükümetini ne yapacağız?   

Bir süredir “AKP İslâmcı değil, ortada dinselleştirme yok” türküsünü çığıran HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, restorasyon operasyonuna gönüllü yazılanlardan birisi olduğunu zaten belli etmişti. Kamucu, laik, aydınlanmacı, eşitlikçi, özgürlükçü sosyalist solu da, Kürt gericiliğinin potasında eriterek “toplumsal rıza imâl etme” girişimlerinden belliydi. Bugüne gelindiğindeyse… HDP’yi AKP’nin tamamlayıcı cüzü haline getirme işinin de “hallolunduğunu” görebiliyoruz. Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak’ın “bile” oy vereceklerini deklare ettiği bir partinin “sol” ilan edilmesi ise sadece solun aklıyla etmek değil, aynı zamanda solu yok etmektir!

Oysa biliyoruz ki… Kürt halkının da, bölgedeki tüm halkların da tarihsel var oluş koşulları laiklik, aydınlanmacılık, kamuculuk, eşitlik ve cumhuriyetçilikten geçerken; tüm bunları “faşizm” sayar ve elinizin tersiyle iterseniz, ortada teorik ve pratik olarak bir “halk” gerçeği de kalmaz. Aksi takdirde Kürt halkını şekilsizliğin, biçimsizliğin, çerçevesizliğin postmodern çukuruna atmaya “çözüm süreci” diyen bir zihniyetin iki yüzü olarak kalır AKP ve HDP!

Restorasyon: Abdullah Gül’ün, AKP’nin, CHP’nin, HDP’nin, Cemaat’in baş aktörleri olacağı “tarikatlara dayalı tekelci sermaye düzeninin” konsolide ve stabilize edilerek yoluna devam etmesi. Neymiş? Tayyip Erdoğan’dan kurtulacakmışız!

Oysa…

Montesquieu 250 yıl önceden sesleniyor bize: “Önemli olan sadece despottan değil, despotizmden de kurtulmaktır.”

Türkiye, emperyalistler ve tekeller tarafından işte tam da bu tuzağa düşürülmek üzere. “Yeni AKP”, “Yeni CHP”, vitrininde HDP’nin yer aldığı “Yeni sol” el ele, gönül gönüle “Yeni Türkiye”nin ömrünü uzatmanın telaşında ve derdindeler. Bu noktada Montesquieu'nun uyarısı daha da önemli hale geliyor.

Önemli olan Tayyip Erdoğan’dan kurtulmak değil, gerici despotizmden temelli ve kökten bir biçimde kurtulmaktır. Her türlü gericiliğin en derindeki kökü sermaye sınıfıdır, tekellerdir, emperyalistlerdir, onların sınırsız yoksulluğa, sınırsız baskıya, sınırsız yobazlığa dayanan düzenleridir. Restore edilmek istenen bu düzendir.

Türkiye’nin ilericileri, solcuları, sosyalistleri, aydınlanmacıları, laikleri, eşitlik ve özgürlük mücadelecileri asla bu tuzağa düşmemelidir. Düşmemek için de teorik, ideolojik ve siyasal düzeylerde tavizsiz ve jakoben bir mücadele verilmesi yaşamsal bir sorumluluk ve zorunluluktur.

Despotla mücadele ederken, restorasyon şebekesine de geçit vermemek gerekiyor. 

[email protected]
twitter.com/_ahmetcinar_