Körleşme...

KENTİN SESİ - MANİSA yazıları

Devasa bir Organize Sanayi Bölgesi var Manisa’nın. Bölgenin en büyük sanayi havzalarından biri. Ne zaman yanından yöresinden geçsem, ne zaman o uçsuz bucaksız fabrikaları görsem, ne zaman kentin içinde günde üç vakit öbek öbek toplaşıp servis bekleyen yüzleri mahzun, bedenleri yorgun, gözleri çökkün işçilere rastlasam yüreğimde bir “yaşamasızlık”, derinimde bir “çığlık”, boğazımda bir “yumru”, beynimde bir “isyan” belirir. Zihnimde artı değer, ücretli emek, sermaye, kâr, yabancılaşma, sömürü kavramları uçuşmaya başlar. Sonra o işçi dostlarımızın “hamdolsun, şükür hâlimize” cümlelerinde somutlaşan mütevekkil, uysal, boyun eğen çaresizlikleri gelir aklıma… Ve bu kez de, bu boyun eğişe duyulan isyan çıkagelir, yerleşir bir demir ökçe gibi benliğimin orta yerine…

Geçen hafta okuduğum bir haber, işte o isyanı daha da belirginleştirdi, daha da derinleştirdi.

Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası’nın hazırladığı “Türkiye Vergi Profili” raporu yayınlandı. Türkiye’nin nasıl bir “sermaye diktatörlüğüne” doğru yol aldığını kanıtlayan bu yaşamsal önemdeki rapor, ne yazık ki üç beş gazetede haber olabildi.

Öyle ki… Bu haber aslında halkı sokaklara dökmeliydi, gösteri ve mitinglerle hükümet istifaya davet edilmeliydi, ülke ayağa kalkmalıydı. En azından “normal” ülkelerde, beyin iğfal şebekelerinin insan aklını iğdiş etmediği memleketlerde böyle olur bu işler.

Bizdeyse “davulcu yellenmesi” kadar bile etkisi olmadı bu haberin.

Haberin başlığı: “1 şirket 10 işçi etmiyor.”

Şöyle devam ediyor: “Türkiye’de 10 ücretli çalışan, bir şirketten daha fazla vergi ödüyor.”

Bu şu demek: Ülkede toplanan tüm servet, gelir ve sermaye kârlarından elde edilen verginin yüzde 43’ü ücretlilerin cebinden çıkıyor.

Bu da şu demek: 6 milyon 750 bin civarındaki tüm ücretlilerin ödediği vergi, 652 bin şirketin ödediği vergiyi geçiyor.

Bu da şu demek: Bu ülkede vergiyi ücretliler sırtlıyor.

Bu da şu demek: Kan emiciler, sülükler, sömürücüler, emekçi teriyle beslenen yok ediciler, bu ülkede saltanatlarını kurmuşlar yaşamlarını sürdürüyorlar.

Ortada müthiş bir haksızlık var. Korkunç bir adaletsizlik. Aşağılık bir vicdansızlık.

***

Sadece bu rapor bile, yalnızca bu argüman bile, tek başına bu bilgi bile ülkede gündemi değiştirmez mi? İnsanlar bu adaletsizliğe isyan etmez mi? Parlamentodaki muhalefet partileri o meclisin altını üstüne getirmez mi?

Eğer o ülkenin adı Türkiye’yse ne gündem değişir, ne isyan edilir, ne de bir altüst oluş gerçekleşir.

Çünkü bizim muhalefetimizin çok işi vardır. “Sahte solcularımızın” işi daha da çoktur. “Sosyalizmsiz solcularımızın” ise başlarını kaşıyacak vakitleri yoktur.

Etnik meseleler var, dinsel meseleler var, dilsel meseleler var özerklik var, federasyon var yeminsel, kılsal, tüysel meseleler var!

Çok işi var “solcularımızın” çooook!

Oysa ki tekelci sermaye almış başını gidiyor. Ödemesi gereken vergiyi, bu memleketin Kürt, Türk, alevi, sünni emekçilerine çatır çatır ödetiyor. Ödetirken de hiç mi hiç “Kürt’e çok ödettim, Türk’e az ödettim” hesabı yapmıyor. Tekelci sermaye diktatörlüğünün tek derdi ödetmek çünkü.

Ama bizim “sınıfsal bakıştan” çoktan uzaklaşmış Kürt, Türk, alevi, sünni kardeşlerimizin derdi ise “Demokratik özerklik içinde mi sömürülelim, yoksa üniter ulusal devlette mi sömürülelim” hesabı yapmak… Ve tüm enerjisini, tüm varoluşunu bu tartışmanın, bu siyasetin içinde tüketmek!

Sınıfsal körlük!

***

Tekelci-İslamcı-Osmanlıcı sermaye diktatörlüğünün acımasız sömürüsünü en kör gözlerin ta içine sokacak bu rapor, bir şirketin on işçi kadar bile vergi ödemediği raporu, aklımıza Montesquieu’nun Romalıların Yükselişi ve Düşüşü adlı yapıtını getiriyor.

Montesquieu şöyle der o yapıtta: “Çöküş sürecine giren devletler kadar vergilere muhtaç olanı yoktur. Böylelikle vergilere dayanma gücü azaldıkça, onları artırma zorunluluğu da artar. Bir süre sonra Roma eyaletlerinde vergilere dayanmak, tahammül sınırını zorlamaya başladı. İş o noktaya varmıştı ki, vergi memurlarının takibatına maruz kalan ahali için barbarlara sığınmak veya bağımsızlıklarını her kim ortadan kaldırma arzusundaysa ona teslim etmekten başka kurtuluş çaresi yoktu.”

İşte yüzlerce yıl öncesindeki Roma’nın durumu, bugüne nasıl da ışık düşürüyor.

Bugün de, çöküş yolunda doludizgin ilerleyen tekelci-islamcı-osmanlıcı diktatorya düzeninde vergi, her türlü meşruiyetini yitirmiş ve tam anlamıyla bir haraca dönüşmüştür. Tıpkı Roma İmparatorluğu’nda olduğu gibi!

Eğer bir ülkede 10 ücretli işçi, bir şirketten daha fazla vergi ödüyorsa o ülkede “meşruiyet” kavramı her düzeyde meşruiyetini yitirmiş demektir.

***

İlkel birikim (primitif akümülasyon) politikalarının özünü yansıtan bu rapor, aynı zamanda demokrasinin sonunu da haber vermektedir. Bizleri bu acımasız talandan bir nebze de olsa koruyacak her türlü düzenleme, kurul, kurum ve yapının üstünden buldozerle geçilmektedir. Kim ki böyle bir ülkede demokrasiden, gelecek güzel günlerden bahsediyorsa veya her şeyin demokratik mücadeleyle düzeleceğine inanıyorsa, en hafif deyimle ikiyizlüdür.

Çünkü tekelci-islamcı-osmanlıcı diktatorya düzeni, bir hipokrasi (ikiyüzlülük) düzenidir.

***

Bu ikiyüzlü, aşağılık, çürümüş diktatorya düzenine karşı mücadeleyi de ancak ve ancak sosyalistler, komünistler gerçekleştirebilirler.

İşte bu mücadele yolunda…

Muhtaç olduğumuz kudret geleneğimizdeki, sınıfsal bakışı asla yitirmeyen öncü ve jakoben bilinçte mevcuttur.

[email protected]