Kenan’ın sopasıdır Tayyip’in Soma’sını yaratan!

NATO’ya bağlı ABD müttefiki bir ordunun tüm merdivenlerini basamak basamak tırmanarak orgenerallik rütbesine ulaştığında 57 yaşındaydı. 1960’lardan 70’lere uzanan sol bilinç ve yükselişin yaşandığı, insanların kitap okuyup sorgulayabildiği, itiraz edip hayır diyebildiği yılların emperyalist uşağıydı. Sermaye sınıfının korkulu rüyalar gördüğü, örgütlenme ihtiyacı duyup TÜSİAD’ı kurduğu yılların komutanıydı. Dünya emperyalist sisteminin kendisi için “dikensiz gül bahçesi”ne çevirmek istediği ülkemizde, ABD’ye gönülden bağlı bir taşerondu Kenan Evren.

Aynı yıllarda 20’li yaşlarını süren; ülkedeki laik, ilerici, kamucu yükselişe karşı Soğuk Savaş döneminin emperyalist merkezlerince kurdurulmuş Akıncılar Derneği, Komünizmle Mücadele Derneği, İlim Yayma Cemiyeti gibi siyasal İslâmcı kuruluşlarda kanat alıştırmaları yapan; Necip Fazıl’ın gerici dergâhından geçen gencin adı ise Recep Tayyip Erdoğan’dı.  

Bütünleşmeleri gerekiyordu. Halef selef olmaları gerekiyordu. Birinin el vermesi, diğerinin el alması gerekiyordu. Emperyalizmin başka çıkış yolu yoktu. Öyle de oldu.

Yalçın Küçük 12 Eylül 1980 darbesinden kısa süre önce yayınladığı “Bir Yeni Cumhuriyet İçin” adlı kitabında “Ordu gelecek, Erbakan’ı hapse atacak, Erbakan’dan daha koyu bir dinsel düzen getirecek” yazıyordu. Evet öyle oldu.

12 Eylül 1980 faşist-gerici darbesinden sekiz ay kadar önce Türkiye ekonomisini neo-liberal ekonomiye ve vahşi piyasaya teslim edecek bir dizi ekonomik karar alınıyordu: 24 Ocak ekonomik kararları.

Planlı ekonominin tamamen terk edilip serbest piyasaya teslim olunan, karma ekonomiden vazgeçilip özelleştirmelere yelken açılan kararlar. Dış ticaret serbest bırakılıyor, yabancı sermaye çağrılıyor, kâr transferlerinin yolu açılıyordu. Emperyalizmin pervasızca at oynatabileceği bir pazar yeri haline getiriliyordu ülke. Vahşi bir talanın, vandal bir yağmanın, insafsız bir peşkeşin kapıları açılıyordu.

Şimdi sıra, bu ekonominin uygulanabilmesine gelmişti. Halk yığınlarının “mutlak yoksullaşması” ve “mutlak mülksüzleşmesi” anlamına gelen 24 Ocak kararları, siyasal, dinsel ve askeri bir şiddet olmadan uygulanamazdı. İşte o siyasal, dinsel ve askeri şiddeti sağlayacak olan 12 Eylül faşist-gerici darbesi olacaktı. Darbe yönetimi önce Erbakan’ı hapse atacak, sonra Erbakan okulundan yetişmiş ve Necip Fazıl’ın rahle-i tedrisinden geçmiş kadrolar doludizgin iktidara ittirilecekti. Her şey sıraylaydı. Su akar yolunu bulurdu. Ama arada daha bir 20 yıl vardı. O 20 yılda “ılımlı İslâm” alabildiğine siyasallaşacak, 24 Ocak’ın teknokratları ülkenin zeminini stabilize edecek, örgütlü gericilik ete kemiğe bürünecek, Reagan-Thatcher-Özal üçlüsü Amerika, Avrupa ve Ortadoğu’nun üzerinden geçecek, halk kitlelerinin toplumsal rızası Türk-İslâm sentezi propagandasıyla oluşturulacak, dört bir yan elverişli hale geldikten sonra Tayyip Erdoğan iktidara getirilecekti.

O dönemin sermaye medyası da 12 Eylül’e ve Evren’e selam durmuştu. Örneğin demokrasi şampiyonu Nazlı Ilıcak darbeden 14 gün sonra “Bir otorite boşluğu doğmuştu. Türk Silahlı Kuvvetleri, bu boşluğu doldurdu” diye yazmaktan zerre kadar utanmıyordu. Aynı Ilıcak, darbeden 2 yıl önce sıkıyönetim kararını alkışlıyor ve “13 ilde sıkıyönetim yürürlüğe girdi. Huzura susamış milletimiz yürekten sesleniyor: Merhaba asker” diye yazıyordu.

O dönemin sermaye sınıfının sembol isimlerinden Vitali Hakko, sonradan yazdığı anılarında, kendi sınıfının 12 Eylül darbesini nasıl da hasretle beklediklerini şöyle anlatıyordu: “Cuma akşamı yorgunluktan erken yattım, sabaha doğru bir telefon. Münasebetsizin biridir diye açmıyoruz. Ama telefon ısrarlı. Eşim Katy uykulu uykulu kalkıp telefona bakıyor, sonra bana geliyor. ‘Vitali ihtilal oldu’ diyor. Doğrusu askeri bir hükümet darbesini beklemeyen yoktu. Yataktan derin bir nefes alarak kalktım.”

TÜSİAD, burjuvazi, sermaye sınıfı, sermayenin medyası 12 Eylül faşist cuntasını ayakta alkışlıyordu.

Tüm bunlar yaşanmasaydı, Soma’da birkaç saat içinde 300’den fazla insan katledilemezdi. Katliamın siyasal sorumluları, o koltuklarda hâlâ oturamazdı.

24 Ocak vahşi kapitalist ve neo-liberal ekonomik kararları, 12 Eylül faşist-gerici darbesi sayesinde dört başı mamur şekilde uygulanabilmiş; uygulanabildiği için ülkenin yeraltı-yerüstü kaynakları sermaye sınıfına tımar edilebilmiş; bu peşkeş ise kopkoyu bir dinselleştirme operasyonuyla halk kitlelerine “kalkınma” olarak yutturulabilmişti. Prof. Erol Manisalı’nın tabiriyle, “Washington Uzlaşısı”nın dünya prömiyeri gerçekleşmişti.

İşte bu 24 Ocak ekonomik kararları ile 12 Eylül faşist-gerici darbesinin tarihsel ve mantıksal sonucu, AKP adlı tarikatlara dayalı islâmofaşist sıcak para diktatörlüğüdür. 24 Ocak/12 Eylül rejimi, tam 35 yıldır aralıksız ve de saat gibi tıkır tıkır işlemektedir.

Kamuoyunun, Kemal Derviş’i 2000’lerde tanıdığına bakmayın. Kemal Derviş de bizzat bu operasyonların 35 yıldır içinde, orta yerinde, tam göbeğindedir. Dünya Bankası’ndaki görevi 1977’de 28 yaşındayken başlamıştır. 24 Ocak kararları dikte edilirken, Derviş, ABD’nin Dünya Bankası’ndaki maaşlı personelidir.

Sınıfsal düzlemde Soma-Ermenek katliamlarının ve tüm iş cinayetlerinin baş sorumlusu ve yaratıcısı Genelkurmay-TÜSİAD-Emperyalizm şebekesidir.

Soma katliamı, 24 Ocak/12 Eylül ürünü İslâmofaşist diktatoryanın dolaylı değil, doğrudan sonucudur.

Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül-Bülent Arınç-Taner Yıldız öz be öz kardeştirler ve öz babaları Kenan Evren’dir. 

Eylülizm yobazizme, yobazizm Tayyibizme, Tayyibizm Soma ve diğer katliamlara yol açmıştır.

Soma, Ermenek, Zonguldak, Torunlar ve pek çok cinayet, hepsi ama hepsi, burjuva sınıfının işçi sınıfına karşı işlediği sınıfsal bir soykırımdır.

Kenan Evren yalnızca darbe sonrasında astırdığı 50 kişinin katili değil, sonraki 35 yılda neo-liberal ve vahşi kapitalist sömürünün işlediği cinayetlerin de sorumlularındandır. Elbette tek sorumlu değildir. Özal’dan Demirel’e, Çiller’den Erbakan’a, Tayyip Erdoğan’dan Davutoğlu’na kadar diğer tüm siyasal sorumlularla birlikte işledikleri cürümler büyüktür.

Cezaları da büyük olacaktır.

[email protected]

twitter.com/_ahmetcinar_