Düzeni düzeltmek değil, düzlemektir mesele

“AKP’yi geriletmek”, “AKP’den hesap sormak”, “Onu başkan yaptırmamak” diye diye parlamentoya girenlerin “istikrar” ve “normalleşme” operasyonlarında oynadıkları gayretkeş rolü siz de benim gibi hayretle mi izliyorsunuz? Yoksa Tayyip Erdoğan’ın üç dört gündür konuşmaması, insan içine çıkmamasıyla yetiniyor ve “kafamızı dinliyoruz” mu diyorsunuz? Bunu “bile” bir kazanım olarak mı görüyorsunuz?

Seçim sonrası oluşan bu tabloyu gayet normal karşılıyor, şaşırmıyor, hayret etmiyor ve “ne var bunda” diyorsanız, size hayatta başarılar ve “hayırlı” restorasyonlar diliyorum.

“Büyük” partilerin seçim kampanyalarında düzeni değiştirme vaadinde bulunmadıklarını zaten görüyor, biliyor, söylüyor, yazıyorduk. Seçimden hemen sonraki üç günlük performanslarında da bunu kanıtladılar.

Barajı aşıp parlamentoya giren dört siyasi partiden söz ediyorum elbette.

Sandıkların açılıp oyların sayılmaya başlanmasından itibaren, bizi AKP’den kurtaracaklarını söyleyenlerin dilinden “istikrar”, “uzlaşma”, “diyalog”, “normalleşme” sözcükleri düşmedi. Bir an için zamanı ve mekânı unutsak, kendimizi AKP’nin “İstikrar sürsün Türkiye büyüsün” sloganlarının atıldığı seçim kampanyasında zannedebiliriz!

Seçim gecesi Kemal Kılıçdaroğlu “Bir dönem kapandı”, Figen Yüksekdağ “Anti-demokratik düzen yıkıldı” diyordu. Ertesi gün ise parlamentoya giren tüm siyasi aktörler, “düzenin ve istikrarın bozulmaması” için ne gerekiyorlarsa yapacaklarını açıklıyorlardı.

Seçim gecesi televizyon ekranlarındaki yorumları hatırlayın. Her soy ve türden liberal gerici demokrasi güzellemeleri ayyuka çıkıyordu. “Dört Hıristiyan milletvekilimiz var, bir Roman milletvekilimiz var, üç de Ermeni var, ne de çok türbanlı kadın milletvekilimiz oldu" güzellemeleriyle, reel İslâmofaşist diktatoryayı süslemeye ve AKP’nin yıpranmış ideolojik meşruluğunu tazelemeye çalışıyorlardı. Bol bol sandığın faziletleri, milletimizin sağduyusu, en kötü demokrasinin bile despotizmden iyi olduğu tekrarlanıyor; kimlikçilik, sınıf bakışını ikame etmek için eskisinden daha fazla dayatılıyordu o gece.

AİHM’e, Danıştay kararlarına ve anayasaya aykırı bir şekilde TBMM çatısı altına 4 türbanlı vekil girmişti; seçimlerden sonra AKP ve HDP’li toplam 22 türbanlı vekil oldu. Demokratikleşme diye alkışlanan, normalleşme diye sevinilen manzara budur!

Şimdi de parlamento içi partiler, bu tamir kabul etmez, yama tutmaz ucube düzeni tamirata, yamaya, restorasyona aday. Kimisi bu restorasyonun öznesi, kimisi destekçisi, kimisi taşeronu olmaya teşne.

Uluslararası sermaye-TÜSİAD-sağlı sollu liberalizm hepsi birlikte, Reşat Nuri’nin Yaprak Dökümü romanının kahramanı Hayriye Hanım gibi “Aman Ali Rıza Bey ağzımızın tadı bozulmasın” diyerek tüm sorunları, sıkıntıları, çelişkileri, krizleri halının altına süpürüyor. “Yetiş ya istikrar” adlı akıl tutulması, AKP’nin günahlarını, veballerini, suçlarını unutturmaya çalışıyor hepimize.

Patron örgütleri, para babaları, sermaye sahiplerinin ağzından düzen partilerinin ağzına geçen “Aman düzenimiz dağılmasın, dümenimiz kırılmasın, tezgâhımız çökmesin” türküsü çığırılmakta; parlamentodaki partiler sorumluluğa davet edilmekte.

Göreceğiz hep birlikte…

Gerici, piyasacı, liberal ideolojik dalga “demokratik bir meşruiyetle(!)” donanarak büyük bir saldırıya geçecek. Asıl bundan sonra büyük bir ekonomik eşitsizlik, sömürü, baskı dönemi başlayacak. Asıl bundan sonra mutlak yoksullaşma, mutlak mülksüzleşme anlamına gelen ekonomik düzenlemeleri yaşayacağız.

Restoratörlerin, Erdoğan'ı düşürme veya yolsuzluklar üzerinden sıkıştırma gibi temel bir dertleri yok. Bunları bir koz olarak ellerinde tutacaklar, ancak kolay kolay kullanamayacaklar. Erdoğan'ı düşürmek yerine, iyice sıkıştırarak sarayında pasifize etmeye çalışacaklar. Türkiye büyük bir belirsizlik, sıkışmışlık ve emperyalist planların kuşatılmışlığı içinde debelenmeye devam ediyor.

Büyük sermaye, kendi öz temsilcisi Kemal Derviş aracılığıyla AKP-CHP restorasyon koalisyonunu istiyor, besbelli. “Emperyalizmin karar alma ve kararları taşeronlara tebliğ etme toplantısı” olan Bilderberg toplantısına CHP temsilcilerinin davet edilmesi de, ülkenin restorasyonunda CHP’ye kritik görevler verileceğini gösteriyor. AKP-CHP koalisyonu, aynı zamanda AKP’nin suçlarının CHP marka çamaşır makinesinde yıkanıp paklanması anlamına da gelecektir. Başka bir restorasyon seçeneği de olabilir elbette.

Ortada politik ve ideolojik olarak tam bir sefalet ve rezalet manzarası var. Çünkü bu düzen her türlü içsel çözümü tüketmiş durumda. Vahşi gerici sermaye diktatörlüğü, demokrasi adı altında büyük bir rıza imalatıyla tahkim edilmeye çalışılıyor. Özü itibariyle İslâmcı despotizm yaşamaya devam ediyor.

Bunun karşısında ilericiliğin, kamuculuğun, laikliğin, aydınlanmacılığın, yurtseverliğin savunucuları nicel olarak bir avuç olsa da nitel olarak milyonlarca değerinde ve tarihsel haklılıklarının farkında.

Bu düzenin düzeltilmeye, yamanmaya, orasından burasından çekiştirilerek tamir edilemeye değil; düzlenmeye, tepelenmeye, külliyen reddedilmeye ihtiyacı var.

[email protected]

twitter.com/_ahmetcinar_