Bak sen şu 'Baş CEO'ya…

Padişahlığa özenir gibiydi.

Meğer özendiği CEO’lukmuş.

Chief Executive Officer…  Eskiler “Murahhas Aza” derlerdi… Sonra “Yönetim Kurulu Başkanı” oldu… Son yıllarda moda: CEO!

Hepsi aynı kapıya çıkıyor: Patrondan, para babasından, asıl sermaye sahibinden hemen sonra gelen en yüksek düzey yönetici. Baş kâhya.

Bence ağzından kaçırmadı, bile isteye, adlı adınca gerçekleştirilmek istenen hedefi söyledi ve “Türkiye bir anonim şirket gibi yönetilmelidir” dedi.

24 Ocak 1980 kararlarından beri budur yapılmak istenen. 12 Eylül faşist darbesi de, neoliberal ekonomiye geçiş de, özelleştirmeler de, toplumun dinselleştirilmesi de, siyasal İslâmın iktidara getirilişi de… Hepsi ama hepsi, geçen hafta “Baş CEO”nun bir çırpıda söyleyiverdiği hedef için gerçekleşti: Ülkeyi bir anonim şirket haline getirmek!

“Baş CEO” geçen hafta söylediği için değil… Avrupa Birliği’nin 2005’teki “AB Eşleştirme Projesi”nde yer aldığı için biliyoruz bu gerçeği zaten. Raporda Türkiye’ye biçilen görev, “Ortadoğu’nun bölgesel iş merkezi” olmaktır.

Bir “iş merkezi”, bir “anonim şirket” elbette eşitlikçilik temelinde sosyal, kamucu, laik bir hukuk devleti gibi yönetilemez.

Bir “anonim şirkette” kamusallığa, yurttaşlığa, eşitlikçiliğe değil; kâr maksimizasyonuna yer vardır.

Daha çok kâr elde etmek, kârına kâr katmak için kurulur ve yaşatılır bir “anonim şirket.”

Şirketin bünyesinde kâr etmeyen her unsur, para getirmeyen her birim kapatılır, tasfiye edilir.

Hastane, milyonlarca iş gücü tamamen telef olmasın diye, insanlar ayakta durabilecek ve “işe yarayacak” kadar iyileşsin diye vardır. Daha fazlası değil.

Okul, milyonlarca iş gücü hiç olmazsa A’yı B’yi C’yi bilsin diye, “işe yarasın” diye vardır. Daha fazlası değil.

Güvenlik, milyonlarca iş gücü “işe gidip gelecek” kadar kendini güvende hissetsin diye vardır. Daha fazlası değil.

***

Ülkeyi bir anonim şirket haline getirmenin anahtar kavramlarından biri de: Yönetişim.

Sarayda oturan “Baş CEO”, aynı zamanda Refik Hariri Vakfı tarafından verilen “İyi Yönetişim Ödülü”nün de sahibi.

Yönetişimin anlamı çok açık: Tüm kamusal kurum ve organların tasfiye ve reorganize edilmesi; tarikatlar, dinsel cemaatler ve sermaye gruplarıyla iç içe sokularak yeniden düzenlenmesi.

Bir başka deyişle, siyasi iktidarın sermayeye devrini amaçlayan bir programdır yönetişim. Bu program, siyasi karar alma yetkisinin artık özel şirketler, sanayi ve ticaret odaları, sermaye dernekleri, kısaca “özel sektör” tarafından kullanılmasını; kamu kaynaklarının kontrolünde sermayenin söz sahibi olmasını, yani devlet kurumlarının doğrudan ve açıkça sermayeye devredilmesini öngörüyor.

Alın size yönetişim! Alın size “İyi Yönetişim Ödülü” sahibi ve de sarayda oturan bir “Baş CEO!”

***

Saray sahibi “Baş CEO”, “Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa Türkiye de öyle yönetilmelidir” dediği anda Sabacıların, Koçların, Zorluların, Karamehmetlerin, Ülkerlerin, Özyeğinlerin, Şahenklerin derin bir oh çektiklerine ve o konuşmayı ayakta alkışladıklarına o kadar eminim ki… Belki tek sitemleri olabilir: Ah biraz daha kontrollü olabilsen, ah biraz daha uslu durabilsen, ah birazcık daha sakin kalabilsen! Ve içlerini ferahlatan bir teselli: Neyse, kontrol edebileceğimiz, daha uslu, daha sakin bir CEO bulmaya çalışıyoruz nasıl olsa…

Bu saydığım ve sayamadığım sermaye grupları için Türkiye’yi dikensiz gül bahçesine çeviren, yani ülkeyi “anonim şirket” haline getiren uygulamaların hemen hemen hepsi “Baş CEO”nun devr-i iktidarında yaşama geçirildi çünkü: Özel imtiyazlar, ballı özelleştirmeler, acele kamulaştırmalar, hibeler, krediler, emek gücünü işe alma ve işten atma esnekliği, taşeronlaştırma… Kıyak üstüne kıyak!

Türkiye elbette sermaye için “cazibe merkezi” olacak, çünkü memleketi memleket olmaktan çıkarıp “anonim şirket” haline getiren bir “Baş CEO”nun elinde kepaze oldu memleket!

***

Bir ülke “anonim şirket” gibi yönetildiğinde, bunun çalışanlar açısından anlamı tektir: Mutlak yoksullaşma ve mutlak mülksüzleşme.

Ücretlerin daha fazla düşmesi, kazanılmış hakların daha çok budanması, daha esnek ve daha güvencesiz koşullarda çalışma, daha vahşi biçimde sömürülme.

Sırtını “Baş CEO”nun iktidarına, dinselleştirme politikalarına ve polis gücüne dayayan sermaye grupları, istedikleri gibi at oynatıyorlar memlekette.

İnsanları mülksüzleştiriyor, yoksullaştırıyor, muhtaç hale getiriyorlar. Zorbaca ve arsızca…

Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, bir mülksüzleştirme mabedi. Acele kamulaştırma ve özel imtiyaz kararlarının alındığı Bakanlar Kurulu toplantıları, birer mülksüzleştirme merkezi. Para babalarının keyfine göre düzenlenen ve torba yasaların içine gizlenen maddelerin gece yarıları oylandığı TBMM, bir mülksüzleştirme tapınağı… 

Sormasınlar, sorgulamasınlar, itiraz edemesinler, hayır diyemesinler diye, biat etsinler ve kendilerine sunulan sadakayla idare etsinler diye; hayatlarının her milimetrekaresi dinselleştirilen, türbanlaştırılan, imamhatipleştirilen insanların ülkesi haline getirildi memleket.  

Bir “Baş CEO”nun elinde ziyan olan koskoca bir ülke.

Memleketi “anonim şirket” gibi yönetenlere karşı, “Bu memleket bizim” diyen, “Hırsızı, katili, yobazı kovalayacağız” diyen, “Mülksüzleştirenleri mülksüzleştireceğiz” diyen insanlar da var bu topraklarda. İyi ki…

***

Geçen haftadan beri pek çok konuşulan şu “anonim şirket” meselesini daha iyi anlamak için bir kitap tavsiyesiyle bitireyim.

Bu yazıyı yazarken de, geçtiğimiz iki yıl boyunca da sürekli yararlandığım bir kitap. Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Yasemin Özdek’in “Şirket Egemenliği Çağı” adlı kitabı. Notabene Yayınları’nca 2011’de basılan ve o tarihten beri sık başvurduğum bir kaynak. “Baş CEO”nun “Anonim şirket gibi yönetilmeli” dediği yönetim biçimini tüm dehşet ve şiddetiyle anlatan bir kitap. Ben yararlandım, siz de yararlanın istedim.

[email protected]

twitter.com/_ahmetcinar_