Asker sivil değil de, imam sivil mi?

Sevgili Özdemir İnce’yle yaptığımız ve dün soL’da yayınladığımız söyleşide, çarpıcı pek çok belirleme arasında en dikkatimi çeken ve öne çıkarılmasında yarar gördüklerimden biri de şuydu: Mesleklerin dinselleşmesi, askerileşmesinden milyon kere tehlikelidir.

Yıllarca bu ülkede tarikatlara ve cemaatlere “sivil toplum örgütü”, tarikat şeyhlerine de “kanaat önderi” ve “sivil toplum lideri” muamelesi yapıldı.

Bu büyük bir palavraydı. Bu sahtekârlığın toplumun geniş kesimlerine yutturulması ise adlı adınca bir operasyondu.   

Bu palavrayı ne yazık ki kendisini “solcu”, “sosyalist” olarak adlandıranlardan bazıları yuttu, bazıları da zaten bu operasyonun gönüllü misyonerleriydi.

Tarikatlara ve cemaatlere “sivil toplum örgütü” diye diye… Böylece her tarikatın birkaç derneği, birkaç vakfı, bazılarının holdingleri, kimisinin üniversiteleri, kolejleri, bankaları, televizyonları, gazeteleri oldu…

Derneğin üyeleri tarikatın militanı, üniversitelerin hocaları tarikatın müderrisleri, bankaların yöneticileri tarikatın muhasipleri, televizyon ve gazetelerin çalışanları ise tarikatın tellalları ve müvezzileri oldu!

Gericilik odağı tarikat ve cemaatlere “sivil toplum örgütü” muamelesi çekenlerin, “sivil toplum” kavramından ne anladıklarını bilemiyorum ama… Öyle sanıyorum ki bu arkadaşlar “silahsız” ve “üniformasız” herkese, her kesime ve her şeye “sivil” diyorlar!

Bir subay sivil değildir. Mesleğini icra ederken belli bir ast-üst ilişkisine, belli bir silsileye, belli bir hiyerarşiye, esnemesi mümkün olmayan katı kurallara, üst bir iradeye bağlıdır.

Peki bir imam sivil midir? Bir tarikatın müntesibi sivil midir? Bir şeyhin müridi sivil olabilir mi? “Sivil toplum fetişisti” arkadaşlara göre “sivil”dirler! Boş laf!

Gerçekte öyle midir peki? İmam, şeyh, hoca, mürşit, mürit, şakirt… Değiştirilmesi imkânsız dogmalara, sorgulanması büyük “günah” olan inançlara, kesin ve katı kurallara bağlıdır hepsi de… En ufak bir şüpheye, en ufak bir tereddüde, en ufak bir sorgulamaya izin verilmeyen kesin ve katı bir sistemdir inançlar sistemi… “İslâm’da ruhban sınıfı yoktur” derler ama ruhbanın daniskası var! Şöyle bir çevrenize bakmanız yeterli.

Buradan nasıl “sivil”lik çıkarabildiler anlaşılır gibi değil.

Tamam subay sivil değil, anladık: Ama imam, şeyh, hoca, mürşit, mürit sivil olabilir mi?

Tamam askeri vesayet bir vesayet türüdür, anladık: Peki dinsel vesayetin emri altındakiler sivil olabilir mi?

Şeyhülislâm bozuntusu Diyanet İşleri Başkanı “sivil” olabilir mi? Üstelik üzerinden çıkarmadığı üniforması da var!

“Emri yüce kitaptan aldım” diyen biri, “Şeyhim emretti yaptım” diyen biri, “Bu benim dinsel inancım yasa, kural, toplum, kamu tanımam” diyen biri nasıl sivil olabilir?

Türkiye’nin dört bir yanını karanlık bir ağ gibi saran tarikatlara, tekkelere, zaviyelere ve bunların yasal yüzü olan dernek ve vakıflara “sivil toplum örgütü” deyip güzellemek ahmaklığın bir başka adıdır.

Dernek ve vakıf adı altında bilim dışı, akıl dışı, gerici ve yobazca faaliyet gösteren, üniversitelerde cirit atan tarikat ve cemaatleri “sivil toplum kuruluşu” ilan eden madrabazlara geçit veremeyiz.  

Yobaz fabrikası olan tarikat ve cemaatlere “sivil toplum” yaftası yakıştıran tekellerdir, sermayedir, patronlardır. Bu toplum daha ileri bir düzeni, bilimsel ve akılcı olanı, eşitliği ve özgürlüğü aramasın, bulamasın diye… Patronların sömürgen ve semirgen düzenini sorgulamasın, bu düzene itiraz edemesin diye… Yobaz sürülerini daha kolay ve daha rahat güdebilsinler diye… Tarikatların ve cemaatlerin her türlüsünü ve bin türlüsünü bu memleketin başına bela eden patronları da asla unutmamalıyız. Asıl hesabımız onlarla!

 

[email protected]

twitter.com/_ahmetcinar_