40 yıl önce 40 yıl sonra

Yıl 1975. Ankara’da bir dernek, emperyalizme ve faşizme meydan okuyan bir bildiri hazırlar. Bildiri yayınlanır. Ancak söz konusu derneğe dava açılır. Ankara 8. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülür dava. Mahkeme 30 Haziran 1975 günü 975/210 sayılı kararını verir. Ankara 8. Asliye Ceza Mahkemesi’nin o kararını noktasına virgülüne dokunmadan aktarıyorum:

“… TÜRKİYE’DE FAŞİZME VE EMPERYALİZME KARŞI SAMİMİYETLE KARŞI ÇIKMAK HER TÜRK VATANDAŞININ GÖREVİDİR, NAMUS BORCUDUR, İNSAN OLMA HAYSİYETİNİN BİR GEREĞİDİR. FAŞİZME VE EMPERYALİZME KARŞI ÇIKMAYAN, SAMİMİYETLE BUNU KINAMAYAN BİR TOPLUMUN MEVCUT DÜNYA KOŞULLARI İÇİNDE İNSANCA YAŞAMAYA, İNSAN OLMAYA, HAYSİYETLİ BİR HAYAT SÜRMEYE HAKKI YOKTUR…”

Ve sanıkların beraatına karar verilir.

***

Aradan tam 40 yıl geçer.

Aradan bir faşist cunta, birkaç liberal hegemonya, çokça kara para ve yobaz hoca hükümeti geçer. Çillerler, Ağarlar, Demireller geçip gider.

Tam 40 yıl sonra…

***

Yıl 2015. Başbakanlığa bağlı Türkiye İnsan Hakları Kurumu’na bir üye atanır. AKP’den milletvekili seçildiği için bu kurumdan ayrılmak zorunda kalan "Dünyanın En Etkili 500 Müslümanı"ndan biri olan Fatma Benli’nin yerine, yeni bir üye görevlendirilir. Adı Gülden Sönmez’dir. Görevlendiren Bakanlar Kurulu’dur. Kararı yayınlayan Resmi Gazete’dir. Yeni üye, yerine geldiği eski üye gibi türbanlı değil, kara çarşaflıdır. Kamuoyunda “türban aktivisti” olarak bilinir. Radikaldir. Öyle radikaldir ki, 2013 Haziran’ında meşru direnme hakkını kullanarak “kul değiliz yurttaşız” diye sokağa çıkan milyonlarca insanın maruz kaldığı orantısız polis şiddetine “zulümdür” demek zorunda kalan gerici dernek Mazlumder’i “bile” eleştirerek dernekten istifa etmiştir. O denli radikaldir ki, Bilal’in babasının en sevdiği “karanlık” örgütlerden İHH’nin kurucu üyesidir. Ve şimdi de Başbakanlığa bağlı İnsan Hakları Kurumu’na üye atanmıştır. “Yeni Türkiye”de “insan hakları” ona emanettir!

***

Aradan birkaç gün geçer…

***

Yıl yine 2015. Anayasa Mahkemesi’nde on yıldır raportörlük görevini tek bir soruşturma geçirmeden, terfilerini en üst düzey derecelerle alan bir genç hukukçu, hiçbir gerekçe gösterilmeden görevden alınır. Görevden alınan AYM Raportörü Murat Arslan’ın yasalarca “suç” olarak tanımlanabilecek hiçbir eylemi ve tasarrufu yoktur. Ama iktidarda, tarikatlara dayalı, gerici, İslâmofaşist bir sıcak para diktatörlüğü vardır. Bu coğrafyadaki 150 yıllık aydınlanma, ilerleme, modernleşme hareketleriyle tarihsel düşmanlığı olan, dar mezhepçi, siyasal İslâmcı, dinci gerici, selefi bir iktidarın hegemonyası altında inlemektedir ülke ve bu iktidara göre, kendileri gibi düşünmeyen herkes sadece “suçlu” değil, aynı zamanda “düşman”dır. Dolayısıyla, YARSAV Başkanı da olan bu Anayasa Raportörü de “düşman”dır. Yok edilmelidir. Etkisiz kılınmalıdır. Bilinen en ağır cezalara çarptırılmalıdır. Murat Arslan’ın şahsında YARSAV itibarsızlaştırılmalı, aşağılanmalı, yok edilmelidir. Yargı bağımsızlığını ve yargıç güvencesini savunan YARSAV, böylece “düşman” ilan edilir.

***

Neden bu kadar meraklılar hukuk kurumlarıyla oynamaya? Yargı organları üzerinde hoplayıp zıplamaya neden bu denli teşneler? Savcıları, yargıçları “emir erleri” haline getirmeyi niçin bu kadar çok istiyorlar?

Sebebi var.

Yürütmeyi durdurma kararlarının uygulanmadığı; kaçak saraylarda saltanatın devam ettiği; sermaye grupları, holdingler ve şirketler aleyhinde verilen mahkeme kararlarının görmezden gelinip yok sayıldığı ucube bir ülke yarattılar çünkü.

Çünkü Cumhurbaşkanlığı makamında oturan kişi, karşısına topladığı patronlara “Mevzuat amcaya takılmayın, başarının sırrı pratik çözümdedir, ülke şirket gibi yönetilmelidir” diyebiliyorsa, artık o ülkeye ne cumhuriyet denebilir, ne de laik.

Yarattıkları İslâmofaşist diktatorya, Türkiye'nin potansiyel her türlü zenginliğinin, gücünün, olanaklarının para babalarınca sömürülüp yok edilmesi için kurulmuş bir anonim şirkettir. Bu şirket düzeninde, hukukun adı da "mevzuat amca"dır! Bu kahrolası sistemde yargı, bir despota râm edilmeye çalışılmakta; “hukuk burjuvazinin fahişesi” kılınmak istenmektedir. Fahişeliği reddedense yok edilmektedir.

Koşar adım gidilen yer burasıdır. De facto oluşturdukları kanunsuz, hukuksuz, gayrimeşru şer’i rejimi, değişik düzeylerde idari kararlarla, yönetmeliklerle, tebliğlerle, kanun hükmünde kararnamelerle, torba yasalarla “hukukileştirmeye” çalışıyorlar akıllarınca.

Yarattıkları örgütlü sömürü, örgütlü cehalet, örgütlü kötülük rejimine, sözde “hukuksal” bir zemin yaratmaya çalışıyorlar.

Oysa biliyoruz ki…

Hükümsüzdürler. Geçersizdirler. Külliyen reddedilmelidirler.


[email protected]
twitter.com/_ahmetcinar_