Kenan Evren’in medya ayağı?

“Dün dündür, bugün bugündür” olarak simgelenen ikiyüzlü anlayışın sadece siyasette değil, medyada da, aydınlar arasında da bir hayli müşterisi var.

Darbe olur Evrenci olurlar, zaman içinde Özalcılığa dönüşürler, AKP iktidar olur Tayyip Erdoğancı olurlar.

Çok da pişkindirler.

Yeni evlerine, yerlerine de çok çabuk ve kolay alışırlar. Cümlelerine, “onları da anlamak lazım, empati, mempati” diye başlarlar. Sonra kim tutar onları. Kraldan çok kralcı olurlar.

Kısa süre önce benim bir kitabım yayınlandı. Hoşana’nın Son Sözü (Büyülüdağ Yayınları). Bu kitapta son 40-45 yılına ilişkin siyasal anılarımdan kesitler yer alıyor. Annem Hoşana’nın önemli bir anlatımı da kitapta öne çıktı.

Kitapta, o dönemde Aydınlık gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni olan Oral Çalışlar’ın, 12 Eylül 1980 darbesinden bir hafta sonra Kenan Evren’e gönderdiği, darbe yönetimine övgüler dizen 3 sayfalık mektubuna yer verdim.

“12 Eylül’ün Kemalist’i” Oral, Evren’e mektubunda, “En büyük devrimci Atatürk’ün izinde ve Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararlarının ölümüne savunucusu olduklarını” anlatıyor.

Savunduğu MGK kararları dediği, idamların, işkencelerin, vatandaşlıktan çıkarmaların yaşandığı, Türkiye’yi cehenneme çeviren kararlar.

HaberTürk kanalının haber bülteninde bu kitaptan söz etti (27 Eylül) ve Evren’e yazılan mektubu öne çıkardı. Mektubun sahibi Çalış-lar’ı da TV haber programında konuk etti.

Çalışlar, hem TV’de hem ertesi gün Radikal’deki köşesinde bu mektubu değerlendirirken şöyle dedi: “Evet, böyle bir mektup yazdım. Ben o zamanlar 20 yıl süreyle hatasıyla, sevabıyla Aydınlıkçı’ydım. Sonra o gruptan ayrıldım, onlardan koptum. Özeleştiri yaptım. 12 Eylül darbesi sonuçta Amerikancı bir darbe oldu, biz darbeyi destekleyici bir tutum gösterdik. Keşke o mektup yazılmasaydı.”

Böylesine kulvar değiştiren bir kişi, bu yaptıklarından sonra biraz mahçup olsaydı, insan içine çıkmakta zorlansaydı, bir köşeye çekilip kalsaydı daha iyi olmaz mıydı?

Darbeciyi, darbeyi desteklediğin için özeleştiri yapıyorsun, sonra çıkıp, sağcı, dinci, sermaye yanlısı, emek ve demokrasi düşmanı, baskıcı, zorba iktidarın yandaşı, propaganda elemanı gibi ortada dolaşıyorsun. TV’lerde nutuk atıyorsun.

Bu arkadaş “başarılı hizmetlerinin” karşılığı olarak da geçtiğimiz Ocak-Şubat aylarında Taraf gazetesinin başına getiriliyor. Sonra oradan gönderiliyor.

O günlerde, kendisiyle yapılan röportajda Zaman gazetesinden Nuriye Akman’a, “AKP’nin önemli bir seçenek olduğunu, AKP’ye duyduğu sempati nedeniyle bu gazetenin başına getirildiğini, bu iktidara önyargılı davranmamak gerektiğini” anlatıyor.

Aslında bu tür zikzaklardan sonra böylesine sözler etmek kolay değil. Cesur bir arkadaş.

Kuşkusuz ki bu kişi yalnız değil. Bu bir prototip. Çok var bunlardan.

Hiç hesaplarında, gündemlerinde, yaşamlarında yokken, devir gereği, iktidara, Başbakan’a yakın olmak adına ehramlara sarınıp hacca giden gazeteciler olmadı mı?

Çok iddialı söylüyorum ki, 5-10 yıl sonra, siyasal çizgisi, rengi ne olursa olsun, başka bir iktidar döneminde, bu ve benzeri kişiler, bugünkü tutumları, konuşmaları, yazıları, mektupları açıklandığında, yüzlerine vurulduğunda şöyle yanıtlar vereceklerdir:

“Evet, ben o zamanlar, 2002-2014 yıllarında AKP iktidarı, Tayyip Erdoğan yanlısıydım, onları destekleyen konuşmalar yaptım, yazılar yazdım. Ancak daha sonra ben onlardan koptum, özeleştirimi de yaptım. Şimdi dönüp bakıyorum, keşke o yazıları yazmasaydım.”

Her toplumda, aydınların, gazetecilerin, yazarların önemli toplumsal sorumlulukları vardır demokrasiyi savunmak, tutarlı olmak. Halkın aldatılmasının önüne geçmek. Bu iş hokkabazlık kaldırmaz.

Şimdilerde çok moda yazılar var.

Ergenekon’un medya ayağı, vesayet rejiminin medya ayağı, 28 Şubat’ın medya ayağı, gibi...

Bu arkadaş hangi ayağa giriyor dersiniz?

Birileri kalkıp dese ki, sen tutum davranış ve yazılarından, mektuplarından ötürü 12 Eylül’ün, Kenan Evren’in medya ayağı mısın?

Ne yanıt verecek acaba?