Elinde Kuran Meclis kürsüsünde

TBMM Genel Kurulu’nda kürsüye çıkmış, eline Kuran’ı almış gösteriyor. Dindarlık yarışı yapıyor.
Türkiye’de siyaset kurumunun vardığı nokta bu.
Sağcı, gerici, dinci siyasetçilerin zaman zaman başvurduğu oyun.
Bu kez bunu yapan, BDP Muş Milletvekili Sırrı Sakık.
1990’lı yıllarda devlet güçleri tarafından gerçekleştirilen köylerin başaltılması, yakılması, insanların öldürülmesi, faillerin meçhul kalması gibi önemli bir konuda verilen Meclis araştırması önergesi ile ilgili konuşurken bunu yapıyor. Haklı bir konunun önemini hafifletiyor. Elindeki Kuran’ı göstererek AKP’lilere sesleniyor “yakılan bu insanların hukukunu veremiyorsanız, önergemize oy vermiyorsanız bana islamiyetten bahsetmeyeceksiniz” diye bağırıyor.
Şimdi bu laf mı?
Kuran’a göre mi ceza istiyorsunuz? İslam hukukuna göre karar verilmesini mi istiyorsunuz?
İslam dünyasında, özellikle Ortadoğu’da yönetimler, örgütler zaten Kuran’a, dini kaynaklara dayanarak cinayetler işliyor, kitle kırımları yapıyor.
Başta Suriye’de, Mısır’da olmak üzere birçok İslam ülkesinde ellerinde silahlarla, bombalarla insanları öldürenler, palalarla kafaları uçuranlar, “Allahu Ekber” diye bağırarak bunu yapıyorlar. El Kaide gibi örgütler cinayetlerini, saldırılarını İslam adına yapıyorlar.
S. Arabistan Kralı da, Katar Emiri de, katliamcı Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir de elinde Kuran’la dolaşıp ülkelerindeki insanların sırtında saltanatlarını sürdürüyor.
Demokrasi, insan hakları, kadın hakları deyince bu tür diktatörlerin tansiyonları yükselir.
Sırrı Sakık’a hatırlatmak isterim:
Din tutucu, geri bir toplumu öngörür, köleciliği içinde taşır. Din, kaderciliği dayatır. Haksızlığa, baskıya, otoriteye itirazı, başkaldırıyı, isyanı reddeder. Reddetmek bir yana bu düşünceyi ve eylemi cezalandırır.
Dinde sorgulama olmaz. “Ne gelirse Allah’tandır” temel unsurdur.
Bizim ülkemizin Başbakanı da bunun için dindar nesil ve dindar toplum istiyor.
Sessiz, itiraz etmeyen toplum.
Devlet okullarının bile imam hatipleştirilmesi, zorunlu din derslerinin dayatılması, cemevlerinin reddi bundandır. Dinin, Allah’ın, Kuran’ın emri diye öne sürülür.
Başbakan, “Ben kadın erkek eşitliğine inanmıyorum. Kadın ve erkek farklıdır, birbirinin tamamlayıcısıdır” diyor. Hem de bu sözleri kadın temsilcileriyle yaptığı bir toplantıda söylüyor. (20 Temmuz 2010)
Kendince de tutarlı. Çünkü laik değil, din kurallarının egemen olduğu bir toplum istiyor.
Eline Kuran alıp BDP’nin AKP kanadını oluşturacağına, haklı olan Meclis araştırma önergesine destek isterken, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni ya da benzer evrensel hukuk belgeleriyle çık Meclis kürsüsüne.
Geriliğe, gericiliğe değil, ilerici, devrimci tutuma imza at.
Bir haksızlığa karşı çıkacaksan, AKP ile yarışacaksan, dinle, mezheple, ayetle
Kuran’la yarışma.
Demokrasi’yle yarış.
Ne Kuran’la çık Meclis kürsüsüne, ne İncil’le.
Demokrasi, bildirgeleriyle, ilkeleriyle çık.
Gerisi insanların sadece gülümseyeceği, inandırıcılığı olmayan “şov”dur. Ciddiye alınmaz.
Türkiye’de siyaset kurumunun ve siyasetçilerin kamuoyu yoklamalarında neden en güvenilmeyen kurum olmasının nedenleri işte böyle çıkışlar.
Şunu da hatırlatayım: Sırrı Sakık benim arkadaşımdır, dostluğum vardır.
Ancak, bir deyim var ya, “dost acı söyler”. Yeri geldiğinde acı söylemeli.
Çünkü kurtuluş dinde değil, demokrasidedir. İnsan haklarını savunmadadır.
Haa, illa da dini alanda bir şeyler yapmak istiyorsan, bak bu iktidar yakında Ayasofya (Müzesi’ni) Kilisesi’ni, cami olarak ibadete açacak. Bülent Arınç yüzü kızarmadan bunu açıkladı.
Elinde Kuran’la dolaştığına ve dini konulara bu kadar ilgi duyduğuna göre, bir haksızlığa karşı çıkmak istiyorsan, yarından tezi yok bu karara karşı sesini yükselt, böyle bir girişimin “işgalci devlet” zihniyetiyle eşdeğer olacağını yüksek sesle haykır.
Eline İncil de almadan ama.
Sadece “insanlığı” referans almak yeterli.