Egemenler esasen adı konmamış bir “ölen ölür kalan sağlar bizimdir” stratejisi benimsediler ve uyguladılar. ABD’de, Britanya’da, Brezilya’da bu insan ve halk düşmanlığının adını koymaya cüret edenleri gördük.

Neymiş? Bu bir stratejiymiş!

Meğer tüm yaşananlar sermayenin pandemi stratejisiymiş!

Rastlantı diye bir şey var hayatta. Ama hayatın rastlantıların toplamı olduğu düşüncesi bilim düşmanlığı. Hangi düzlemde olursa olsun, bu geçersiz. Hele büyük toplumsal olgu ve olaylarda rastlantı, tamamen verili koşullar ve sınıfsal tercihler altında karşımıza çıkar. Tabii ki yaratıcılık ve becerisizlik de olur. Ama koşulların ve sınıfsal tercihlerin yazdığı mahkûmiyet kararını yaratıcılık sayesinde değiştiremezsiniz. Her şey yolunda giderken beceriksizler bir çuval inciri berbat edebilir, ama diğer çuvallarda sorun olmaz.

Elbette umreden dönenler karantina altına alınabilir, sınır kapıları zamanında kapatılabilir, ilk sokağa çıkma yasağı iki saat değil iki gün önce ilan edilebilir, hatta maske dağıtımının altından bile kalkılabilirdi… Ortaya saç baş yolduran beceriksizlik örnekleri çıkmazdı. Ama verili koşullar ve sınıfsal tercihler değişmiş olmayacak, sorun devam edecekti.

Şu ülke şöyle bu ülke böyle diye devletlerin stratejik davranışları kategorize edilmeye çalışılıyor. Arada farklar var kuşkusuz. Ama sosyalist Küba’yı ve birkaç -kesinlikle rastlantı olmayan- başka ülkeyi dışarda tutmak kaydıyla bu farkların eksiksiz listesini yapmaya konsantre olmak, her pratik kendine özgü yanlar barındıracağı için bitmeyen bir detaycılığa dönüşecektir. Bilimse genelleme yapar. 2020 pandemisi karşısında dünya kapitalizmini bağlayan ortak payda açığa çıkartılmadan detayların listesini yapmak boş iştir.

Yoksa, saç baş yolmaya devam edersiniz: Park kapalı AVM açık. Lokanta kapalı kuaför açık. Basket, voleybol kapalı, futbolu açalım. Zaten meclis kapalı fabrika açık. Taksiye 3 kişi, beton dökmeye 300…

O kapalıysa öteki de kapansın, veya beriki açıksa diğeri de açılsın gibi kısa devreler yapmayacağım. Ama bu tablonun basit bir saçmalık, kontrolsüzlük, düşüncesizlik sayılamayacağını söylüyorum. Öyle saymak bilimsel olmaz bir kere…

Örnek olsun, AVM çalışanları ve ziyaretçilerine test yapmamak bırakılan bir boşluktur, ama bu boşluğun bırakılması sınıfsal bir kaygıdan kaynaklanmıştır. Uzman olmayan bir akılla bile, bugünkü normalleşme yöneliminin, salgının ikinci dalgasına davetiye çıkartmak anlamına geldiğini anlayabiliriz. Ama zaten bir uzman olarak İlker Belek bunu dün Sol’un manşetinde yazdı bile.

Polis geçenlerde maske takmayan birilerini gözaltına almış. Ama gözaltı işlemini yapan polisin de maskesi yok! Şimdi bu tekil durum saçma, aptallık, beceriksizlik olabilir. Lakin bu, “kızları görmüş oluyoruz” diye sırıtan insan müsveddesinin kamerayı ve mikrofonu açık unutması türünden bir beceriksizliktir. Asıl sorun ana eğilimde, ortak paydadadır. Burada da devlet para hırsından AVM kapısını açan o sınıfsal yönelimin üstünü örtmeye çalışmaktadır. Polisin maskesi olsa ne fayda!

Büyük sermaye ile AKP iktidarı arasında şu ana kadar salgın politikalarında herhangi bir uyuşmazlığın izine rastlamadık. Bundan sonra işler sarpa sararsa, büyük beceriksizlikler olursa veya sermayenin içinde rekabet kriz nedeniyle yeni zirvelere tırmanırsa, bakarsınız bu tablo değişir. Ama şu ana kadarki durum, ortada bir sınıf stratejisi olduğunun kanıtıdır ve bu değişmez.

Egemenler esasen adı konmamış bir “ölen ölür kalan sağlar bizimdir” stratejisi benimsediler ve uyguladılar. ABD’de, Britanya’da, Brezilya’da bu insan ve halk düşmanlığının adını koymaya cüret edenleri gördük. Başlarda AKP de buna yakındı. Türkiye’nin Çin’in krizinden yarar sağlayacağı ve karantinanın Erdoğan’ın milletin önüne koyduğu çok çocuk hedefine güç katacağı söylenebilmiştir ülkemizde. Kutsal topraklardan hastalık gelmez lafı ve komplo teorileri iktidarın ideolojik hattına çok da uzak değildi. Bilim adına da virüsü nüfuz fazlasını yok etmek ve kaynak dağılımını düzenlemek için tanrının yolladığını söyleyen bir profesör çıkmıştı. Bıraksanız cumhurbaşkanı “21.yüzyılın fıtratında var” diyecek, “savaşta şehit mi sayılır” diye efelenip istatistik bile açıklamayacaklardı!

Türkiye egemenleri bu açık sözlülükten caydı. Türkiye’nin bilimsel-kültürel, sınıfsal birikimi, iktidarın tabanının daralmakta olması gibi faktörler, cahilin sınıfsal cüretini geri püskürttü.

Ondan beri kâr odaklı yaklaşımlar ile toplumsal zararı minimize etmek için bir şeyler yapma çabasının dengesiz bir sentezini yaşıyoruz: “Hastalığa karşı mücadele edelim, ama sermayenin olumsuz etkilenmesine yol açmaktan kaçınalım.” Beceriksizlik, aptallık ve alçaklık bu formülün iki yakası arasındaki çelişkinin dışavurumlarıdır.

Dünya kapitalizmi bu stratejiyi benimsedi. Farklı ülkeleri mesken tutmuş kapitalistlerin tekil olarak ana akımın dışında bir yol seçmeleri olanaksız. Yoksa rekabetten düşerler, kâr oranları tepetaklak gidiverir maazallah!

Sonuç ne olacak peki?

Bu sorunun iki olası yanıtı var. Birincisi, “bekleyip göreceğiz.” Belki pandeminin içinden çıkılacak, tedavi yolları işe yaramaya devam edecek... Beklemek gerçekten de gerekiyor, çünkü virüsün kaderini bilim de henüz bilmiyor.

İkincisi, kapitalizmin bu “insanlığa yabancılaşma” haline son vereceğiz. Bunu biliyoruz. Eninde sonunda sermayeyi, kârı, sömürüyü, insan ve halk düşmanlığını dünyamızdan sileceğiz.