Geçtik sosyal mesafe ve maske koşullarına uymayı, kentin her köşesindeki güruh, şeriat isteriz diye bağırarak suç işlediler.
Hilafet bayrağı taşıyan polis gördük.

Müsamere…

Namaz günü belli olduğunda ülkenin dört bir yanındaki tarikat ve cemaatler, dinci vakıflar, dernekler, belediyeler turlar organize ettiler.

24 Temmuz günü İstanbul sokaklarında cübbeliler, sarıklılar, kaftanlılar, Osmanlı paşaları, terlikli, takunyalı, çember sakallılar, son model araçlarıyla 500 kişilik hak yiyiciler,  yalnızca gözleri gözüken siyahlar içindeki kadınlar hep bir ağızdan tekbir diye bağrıştılar.

Bir gün önce İzmir’de kadın cinayetlerine 'hayır' diyen kadınlar coplanıp tekmelenip ters kelepçeyle gözaltı yapıldılar, bir gün sonra Cumartesi Anneleri'ne gazlar sıkıp gözaltı yaptılar ve ertesi gün Kazdağları nöbetine giden insanlığı jandarma dipçikleriyle, küfürlerle tutukladılar, aynı gün Kirazlıyayla’da köylülerin önü kesildi, dövülerek gözaltına alındılar.

Geçtik sosyal mesafe ve maske koşullarına uymayı, kentin her köşesindeki güruh, şeriat isteriz diye bağırarak suç işlediler.

Hilafet bayrağı taşıyan polis gördük.

Cumhuriyet ve aydınlanmaya karşı açıkça kalkışma çağrıları yapanları bütün bir ülkeye seyrettirdiler,  aynı gün Lozan yıl dönümü için Anıtkabir’e gidenlerin suratlarına kapılar kapatıldı.

Gece ekranlarda Ayasofya ve kılıç üstünden laiklik için söylenmeyen alçaklık kalmadı.

Hutbede başlayan Atatürk ve Cumhuryet’e hakaret sosyal medyada sürdürüldü.

Yüzlerce gerici radyoda 5816 sayılı kanunun kaldırılması üstüne kin ve nefretle dolu nutuklar çekildi.

Gazetelerinde, dergilerinde fetih ve hilafet manşetleri attılar.

Ülke sustu.

Ama önce CHP sustu.

Ne ‘kılıç hakkı’ denilen ‘fetih törenine’ ne Atatürk’e hakarete ne laikliğin ayaklar altına alınmasına ne namazın bir hilafet gösterisine dönüştürülmesine tek söz etti.

Cumhurbaşkanı adayı İnce, meydanda secdeye varıp bütün bunları ilk kutsayan olarak tarihe geçti.

CHP ittifakının ortaklarından Temel Efendi ve Akşener olup biteni alkışladılar, olası ortaklardan Babacan ve Davutoğlu alkışladılar.

Kılınan namaz laikliğin cenaze namazıydı ve mutluydular!

Susanların savunuları, “Artık kaybettiği belli ne yaparsa yapsın kurtulamayacak, on tane Ayasofya’yı cami yapsa bu halk bir daha o zokayı yutmayacak, ekonomi bitti, halk işsiz ve çaresiz, çözüm üretemeyince bunu yaptı.”

Oysa biten bir şey yok, saltanatını şahlandırarak, tüm parti tabanını ve Cumhuriyet düşmanlığını sarıp sarmalayarak ülkeye gözdağı verip, kendinden olmayanı açıkça hain ilan ederek, şeriat bayrağı altından tehditler yağdırıyor.

Durmayacak, o müsamerenin aksesuarı kılıcı, tüm toplumsal değerlerin üstüne üstüne sallamaya devam edecektir.

Meydanı boş sandığından değil, meydan boş.

Her yaptığı ile tüm rakip gördüğü partileri, yoksulluğu, işsizliği, çaresizliği, hak arayacak olanı, düşüncelerini bağıranı duvar dibine doğru süpürmenin derdinde.

Erken seçim hayali kuranlar da yanılırlar.

Tüm yetki ellerinde iken, istedikleri yasaları birer birer çıkarıp amacına doğru şaha kalkmışken ve daha seçimlere 2 yıl gibi uzunca bir zaman varken seçim olması kimin çıkarına olur?

Hem neden seçim yapılsın ki; milyonlarca yoksul, işsiz, işçi, emekçi, doğa-çevre-hak savunucuları meydanlara çıktı da ‘yeter artık’ mı dedi?

Üniversiteler, bilim insanları, aydınlanmacılar, gençler, kadınlar ‘buraya kadar’ mı dediler?

Görünen o dur ki örgütlenmemiş ve yazılı haklarının tek tek yok edilmesine seyirci kalmış ülke teslim alınıyor.

Dizginleyemediği tek damar ise eşitliğin, özgürlüğün, barışın, kardeşliğin, aydınlanmanın devrimci damarıdır.

Şimdi büyük mutsuzluk, bir tarihî eşiğin önünde durmaktadır.

Ya devrimci damarda birleşip omuz verip aydınlanma ateşi çevresinde dansa durulacak ya da teslim olup kine, kana öfkeye, talana, her tür katliama razı olunacak.